19 Kasım 2020 Perşembe

Yürek Yemek

Bunları yazdığıma göre gerçekten yürek yemiş olmalıyım. Fakat başka çarem kalmamıştı sevgili okur çünkü bu kitlesel ve önü alınmaz bir gıybete dönüştü. 

Yıllardan beri birçok hanımefendi bana kitapları çok satan, sosyal ağlarda çok takip edilen Müslüman hanımefendiler ve beyefendiler hakkında ne düşündüğümü soruyor. Onlara "sen ne düşünüyorsun" diyorum. Düşüncelerini anlatırken bir şeye itiraz ettiklerini fark edince konuşmayı oradan sürdürüyorum. O yazarın kişiliğini konuşmakta ısrarcı oluyorsa, bunu konuşmanın kimseye bir faydası olmadığını, hatta çok zararlı olduğunu ifade ediyorum. Şu ana dek bunu anlamayan biri ile karşılaşmadım. Günün sonunda herkes gıybetin haram olduğunu biliyor. Ama işte o ilk çarpma anında gıybetin tatlı gelişini kırmamız gerek. Allah bizi affetsin. 

Müslüman yazarın seçenekleri var. Ya saatlerini, günlerini hatta aylarını vererek yalnızca ilgilisinin kenarda köşede bulacağı bir metin yazar. Ya kitap okuma zevkine erişmiş, metinlere seçici yaklaşanlar için bir metin yazar. Ya da kitap okumaya alışkın olmayanlar için bir metin yazar. sac ayağı gibi hepsi gereklidir. Elbette ki sonuncusu en çok okunur. İstanbul'un farklı semtlerinde sabahtan akşama dolaşarak insanların ne okuduğunu gözlemleyen biri anlar ki çoğu insan kitaplarla, yazıyla, metinle yeni tanıştı. Okumayı öğrenirken yaşadıkları zorbalık ve edebi dilin anlaşılmamasının verdiği sıkıcılık insanları okumaktan ve dil zevki içeren kitaplardan uzaklaştırdı. 

Ben ailem, çevremin sunduğu imkanlar ve fıtratımın eğilimi sayesinde akademik veya dil inceliğine sahip kitaplarla çoğu insandan daha evvel tanışmış biriyim. Bununla gurur duymuyorum. Bu böyle. Bununla övünürsem hücremin tuğlalarının çokluğu ile övünen mahkuma benzerim. Hakikatle ve Müslüman cemaatle arama kitaplardan bir duvar örmekten Allah'a sığınırım.  

Müslüman kimliği ile sosyal medyada olup çokça tanınmak istiyorsanız bunun koşulları vardır. Bunu isterseniz, yaparsınız. Fenomenleri bir iyilik perisi veya bir şer odağı haline getiren bizim bakışımızdır. Sosyal ağ algoritmaları beğeni ve yorumlar üzerinden ilerlemez, bu bir şehir efsanesidir. Sosyal ağlar bir terör örgütünü bile savunsanız sizi içeride tutabilmek için elinden geleni yapar. Asıl olan izlenmedir. Yani sen Şermin'i veya Hatice Kübra'yı takip etmiyorsun ama ne yazmış diye açıp bakıyorsun, geçmiş ola, destekledin onları. Engelleyemediğin güdülerinle neden uğraşıyorsun? Bu kadınlar bize eskiden TV karşısına geçip hep birlikte izlediğimiz ve ertesi gün üzerine konuşacağımız bir mevzu olan günlerde yaşadığımız hissiyatı hatırlatıyorlar. Rahat bırak kadınları.    

Benim tercihimse orta bir yerde durmak. Edebi dergileri okurken zevk alan hanımlara da evvelden edebiyat zevki edinmemiş hanımlara da orta karar bir dil ile yormadan sıkmadan arada sözlüğe baktırarak günlük yazılar yazmak. Rabbim yardımcımız olsun. Niyetlerimizi temizlemeyi nasip eylesin. Amin. 

Okuduğun için teşekkür ederim. 

18 Kasım 2020 Çarşamba

Mutasavvıf & Mistik

Doğdunuz. Aileniz ve çevrenizin arada Allah diye bir zattan bahsediyor. Kuvvetle muhtemel Peygamberimiz isminde birini duyuyorsunuz. Hatta belki biri size otuz iki veya elli dört farz öğretiyor. Veya elinize bir kitap veriyorlar okumanız için. Belki yazın camiye gidiyorsunuz. İslam denen bir şey var. Müslümansınız. 

Doğdunuz. Aileniz gayrimüslim. Bir kitaba veya bir düşünceye inanıyorlar. Her neye inanıyorlarsa onları kendiliğinizden öğreniyorsunuz. Belki size inançlarını aşılıyorlar belki de sizi inancınızda serbest bırakıyorlar. Sonra bir Müslümanla tanışıyorsunuz. İslam inancını duymuştunuz. Kuvvetle muhtemel bir terör eylemi sebebiyle. Ama bu tanıştığınız şahıs teröriste pek de benzemiyor. Yani evet, sakalı, örtüsü ve ten rengi benziyor belki fakat tavırları bir terörist gibi değil. Bir Müslüman çevreye dahil oluyorsunuz yavaş yavaş. Sonra Müslüman olmaya karar veriyorsunuz. İnsanlardan ve kitaplardan dininizi öğreniyorsunuz. Müslümansınız.

Öncelikle fetva seviyesinde bir yaşam sürdürmeyi hedef edinmelisiniz. Farzları öğrenmek oldukça kolaydır. Müslümanlığının farkında olan bir topluluk içinde bir müddet vakit geçiren kişi bir satır kitap dahi okumadan yaşamını fetva seviyesine getirebilir. Bu yüzyıllarca böyle süregelmiştir. Böyle bir topluluğa ulaşamıyorsanız evvela meleklerden oluşan bir topluluk arayıp aramadığınızı kontrol etmelisiniz. İnsanların küçük kusurlarına katlanmaya gönüllü olmanıza rağmen halen bulamıyorsanız bu topluluğu, aramaya devam etmeyi bırakmadan, kitapları kendinize dost edinmelisiniz. Diyanet İşleri Başkanlığı yayınlarından çıkan Halk Kitapları serisi bu anlamda yardımcınız olacaktır. 

Temeli attınız. Farzları, müeekked ve gayri müeeked sünnetleri biliyorsunuz. Üstelik yapıyorsunuz da. Takva seviyesinde bir yaşam sürdürmeyi hedefliyorsunuz. O kitaplardaki dil size yetmemeye başladı. O zaman Kuran Yolu Tefsirini, Erkam Yayınlarından çıkan Riyaz Şerhini, Tahlil Yayınlarından çıkan İsmail Lütfi Çakan'a ait Hadis Şerhlerini tavsiye ederim. Bu eserler Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin metodu ile öğretir: Yaşayarak Öğrenme.

Bu yol, tasavvuf yoludur. Durakları şaşırırsak, mistik oluruz. Allah taksiratımızı affeylesin.

(Sabırla okuduğun için teşekkür ederim. Yazıların sonuna özellikle bunu yazıyorum. Yazıyı üçüncü cümleden sonra okumayıp yorum yapanları böylece ayırd ediyorum. Üçüncü cümleden sonra buraya atlayıp yazıda iddia etmediğim bir sözü savunduğumu iddia edenler de bu son cümleyi okuduktan sonra "dur bakalım ne yazmış şimdi ayıp olmasın" der belki ümidindeyim.)

15 Kasım 2020 Pazar

Fevrî Muteriz

İmam Hatip'i ve İlahiyat'ı örgün okudum. Bu annemin ve babamın eseridir, bana kalsa evde kitap okuyup film izlerdim. Fevri ve muteriz bir çocuktum ki Allah affetsin halen dengeye getiremedim bu iki huyu. Hocalarım bilgi aktarırken çok sıkılır, fikir aktarırken ise hocaların açığını yakalama umuduyla dinlerdim.  Sofi'nin Dünyası, Ahmet Arslan'ın Felsefe'ye girişini, Ahmet Cevizci'nin Felsefe Tarihini okumadan evvel düşünsel boyuta geçmemiştim, sorularım retorikti. Buna rağmen sorularıma makul şekilde yanıtlar veren hocaların dersini iple çektim. Düşünce dünyasından soğumam için binlerce neden varken beni orada tuttular. On yaşında Liseye başladım, yirmi yaşında Fakülteyi bitirdim, yirmi bir yaşında teyzelere hocahanım oldum. Bu çok mu erkendi? Daha geç olsa nasıl biri olurdum? Boş laf! Bu, böyle.

Hocalarım o küçük çocuğa şunu öğretti. Sana öğrenmen gereken şeyleri öğretmedik. Öğrenmen gereken milyonlarca şey var. Şimdi buradan o milyonlarca şeyi nerede bulabileceğini bilerek ayrılıyorsun. Ya akademide kalıp bir bilim dalının herhangi bir biriminde uzmanlaşacaksın. Ya da o uzmanların kitaplarını okuyarak bunu soranlara anlatacaksın. Bir akademisyenin günde en az 15 saat tek bir alanda çalıştığına şahitliğim ve aceleci fıtratım beni akademiden uzaklaştırdı. Çok şeyi yüz bir seviyesinde bilen biri olmayı sevdim, seviyorum. Özel ilgi alanım ise fetvaların nasıl verildiği. Onun en ulaşılabilir kaynağı da el'an DİB yayınlarından çıkan Fetvalar, Güncel Fetvalar, Aile ile ilgili Fetvalar, İnanç Sorularına Cevaplar gibi eserler. Fakat bunlar da yüz bir seviyesinde. O konuda daha da ilerlemek istediğimde elan Türkçe'de de mevcut Vehbezzuhaylı Fıkıh Ansiklopedisine başvururum. Orada geçen terimlerden anlamadığım olursa İslam Ansiklopedisinden okurum. Hatta komik gelecek belki size ama ben Ansiklopedi okumaya bayılırım. Çocukken kütüphanedeki tüm kitaplar bitince Temel Britanicca ve Büyük Larousse'yi okumuştum. Daha kimse bana Evrim Teorisinden bahsetmemişken bunun sadece Darwin'in eseri olmadığını, Wallace'ın da aynı tarihlerde benzer fikirlere ulaştığını, bilimin yorumdan âri kılınmasının mümkün olmadığını, bilim insanlarının ellerindeki veriyi yorumlarken kendi benliklerinden kopup başka bir uzay zamanda ellerindeki bilgileri yorumlamadıklarını o zaman anladım daha. 


Rabbim. Faydasız ilimden, ürpermeyen kalpten, yaşarmayan gözden sana sığınırım. Amin. 

11 Kasım 2020 Çarşamba

Hakikat ve Yorum





Benim hakikatim Kuran ve onun açıklayıcısı Sünnet'tir. Yalan söylememek, faiz yememek, insanlığa zulmetmemek, ibadetlerini edeplice yapmak, günlük hal ve hareketlerinde Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin ahlakını taklit etmek gibi birkaç beyaz kağıdı dolduracak temel umdeleri bilirim. Bunlar bana bütüncül olmasa da genel bir bakış açısı sunar. 

Peki bu akışkan hayatta binlerce mesele ile karşılaşan bu Kuran ve Sünnet talebesi ne yapacak? Hayatını sürdürebilmek için mecbur olduğu eylemlerin tümünü terk eyleyip kitapların başına mı çekilecek? İnsanlığın ve İslam'ın tüm mirasına vasi olmak gibi büyük hayallere mi kapılacak? Ayrıntılara gizlenen şeytanın bacağını nasıl kıracak? Kur'an ve Sünnetin tümüne hakim olması anakronik açıdan mümkün olmayan bu gariban nerelere gidecek? İnsanlığın ortaya koyduğu müspet ve beşeri ilimlerin,  felsefe, bilim ve sanat üretimlerinin belki binde birine bile hakim olmayan bu aciz kul neyi nasıl yorumlayacak? 

Şeytanın beni içine çektiği bu girdaptan bir el çekip çıkardı beni. Bilmenin yanıbaşına hikmeti koyan bu bakış açısı kalbime sular serpti ve günümü aydınlattı. Ben "her şeyi" bilemezdim. Fakat dosdoğru yaşama gayesinde olursam bilmediklerim de bana öğretilirdi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin ashabı Kuran ve Sünnetin bağlamını nasıl aktarıyorsa alırdık çünkü bu Kur'an ile sabitti. Sonra Mezheb alimlerimiz geliyordu peşlerinden ki yüzbinlerce Müslüman hikmetle, binlerce alimimiz ise akılla bu isimlerin kitaplarını söylemlerini kontrol etmişlerdi. Sonra her devirde hafız, hadis hafızı, fıkıh literatürüne hakim yüzlerce alim geldi. Bugün de içimizdeler. Kiminin sesini on kişi duyuyor, kiminin milyonlar. Ama varlar, içimizdeler. İnsanlığın felsefe, bilim ve sanat mirasına hakim olanlarla istişare halindeler. Hangisinin adı yüzyıllar sonraya kalacak bilemiyoruz. Fakat içimizde olduklarını bilmek, yazdıklarını okumak beni ana rahmindeki gibi sınırlı ve güvende hissettiriyor. 

Rabbimiz. Ömrünü, sağlığını, akleden kalbini ümmete adamış alimlerimizi koru. Onları görünmeyen ordularınla destekle. Amin.

9 Kasım 2020 Pazartesi

Kadim Yaralar

Öyle çok yaram vardı ki senin yaralarını göremiyordum. Bir yaramı sardım bir yaranı gördüm. Bir sardım, bir gördüm.


Yaralarımın kaynağının ailem ve çevrem olduğunu düşünüyordum. Gözüm dışarıyı akleden kalbim içeriyi görmek üzere yaratılmıştı. Göze doyduktan sonra akleden kalbe tutuldum. Merceği içime döndürünce orada kadim yaralar gördüm. Cennetten indirilişe sebep ilk günah, ilk kardeş katli, tufana sebep tanrılaşma süreci, Rasullerin ve nebilerin kendi yöre halklarınca hakir görülüşü, salih kimseler ölünce hakikatin de öleceğini zannedip putlarının dikilmesi, şehrin öte yanından koşarak gelen o adamın şehadeti, Zekeriyya aleyhisselam efendimizin mübarek vücudunun çektiği çile, İsa Kelimullah efendimizin havarisinin ihaneti, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin mübarek vücudunun aldığı yaralar...

"Her şey ben yaşarken oldu". Atomlarım bir yerlerde idi o zamanlar. Katı gibi görünen fakat esasında bir atom yığınından ibaret bedenim bu kadim yaralarla mecruh. Beni büyüten, olgunlaştıran, sağaltan, tezkiye eden yaralar. Dünyayı sevmeme engel teşkil etmeyen fakat içimdeki gurbetlik hissini de sıcacık tutan... Bir yaranın kapanması için onu evvela görmem gerekir. Görüp düşünürüm üzerine. Sonra ona tuz basarım ki mikrop kapmasın ki gözyaşım tuzludur.

Ey rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz, bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz!Amin.

Kimlik İnşası

 Evimizde sadece TV izlemek için kullandığımız bir ekran yok. Televizyonda veya video barındırma sitelerinde yayınlanan nitelikli bulduğumuz izlenceleri masaüstü bilgisayar veya akıllı cihazlar aracılığıyla takip ederiz. Mobil telefon şirketinin Akıllı TV uygulamasını kullanarak masaüstü bilgisayarımıza indirdiğimiz uygulama sayesinde (TİVİBU) TV kanallarında yayınlananları ve mahzurlu sahne barındırmayan filmleri HD(1080p) kalitede, reklamsız ve istediğimiz saatte izleyebiliyoruz. Bu uygulamada olmayan filmleri ise Google Play Filmler aracılığıyla izliyoruz. Bir filmin yorumlarından mahzurlu sahneler olduğunu okumama gerek yok. Zaten sahneler geliyorum diye bağırır. Alimlerimizin bu konuda yazdıklarından anladığım kadarı ile bir erkek ve bir kadın yalnız kaldıklarında onları izleyemem. Harama giden yol gülüşmelerini izlemekle başlar. Yüce Rabbimizin gönderdiği bu son ve mükemmel din haramları söyleyip geri çekilmez, insan fıtratına uygun biçimde harama giden yolları kapatır.

Bazen ana akım televizyon kanallarını açar kanallar arasında zıplarım. Çünkü bu zamanın ruhunun tüm insanlığı etkilediğini ve zihnimin iradem dışında bunlardan bir şekilde etkilendiğini bilirim. Bir meleğin kanadında inen imtihanlar silsilesi...

Bugünün sorunlarını en pürüzsüz haliyle görebildiğim yer televizyon kanalları. Çünkü televizyon, insanı kendi olmaktan uzaklaştıran bir şey olmaktan öte insanın örttüklerini ortaya çıkaran bir yer. Halbuki sosyal medya öyle mi? Kendime dışarıdan bakarak düzenlenmiş, tozları alınmış, pürüzleri giderilmiş bir kimlik inşa ediyorum burada. Bu, kötü bir şey değil, iyi de değil. Bu mevcut bir şey. Önceden de mevcuttu. Lisede bir milyoncudan aldığım lacivert renkli kemik gözlükle, kot pardesü ve elimdeki hacimli felsefe kitaplarıyla da bir kimlik inşa ediyordum. Ne demişler, biraz wisdom biraz reason. Kimlik inşa etmem bir sorun değil. O kimliğin içini dolduramamam sorun.

Allah'ım! Bana öğrettiğin ilim ile beni faydalı kıl. Bana fayda verecek ilmi nasip et ve ilmimi arttır. Her hal üzere Allah'a hamdolsun. Cehennem ehlinin hâlinden Allah'a sığınırım. Amin.

Zürafa

Vakit öldürücü ile zürafanın öyküsünü yazdım

Cins Dergi Kasım sayısında.

Görsel Yasin Yaman'a ait. 

Misafirlik Edebi

Allah'a teslim olunca sıra iman etmeye gelir. Öyle hallerden geceriz, öyle hadiselerle karşılaşırız ki bu teslimiyet ve güven ilişkisi her dakika tazelenebilir.

Tam o noktada nefs ve vesvese vericilere teslim olduğumda fısıldar bir uhrevi ses. Hakikaten de bunları yapmak zorunda mısın? Bedenini sonsuz istekler ve bitimsiz akıl yürütmeler arasında salınan kapalı bir daireye hapsetmek, kendini çıkmaz sokaklarda akleden kalpsiz bırakmak zorunda mısın? Zorunda mıyım sahiden?

İçinde yaşadığımız gerçekliği de hep birlikte tutunduğumuz hurafelerimizi de ölesiye seviyorum. Zaten öldükten sonra dünya pek de umurumda olmayacak. Tüm bunlara rağmen o fidanı dikmeli, o atomu çarpıştırmalı, o aşıyı bulmalıyım. Bütün varlıkların ana vatanı insanlığınsa misafir olduğu bu Dünya'ya elbette iyi davranacağım. İnsan misafirlikte evindekinden daha edeplidir.

Tüm peygamberlerin davalarını açıklar açıklamaz bazılarınca horlandığı bir düzen bu. Birilerinin beni horlaması benim sorumluluk alanımda değil. 

Rabbimiz. Unutur veya yanılırsak bizi sorumlu tutma. Bizden öncekilere yüklediğin ağır sorumlulukları bize yükleme. Âmîn

Rakik Kalp

Kalbimi çabucak kırılmasına izin verecek kadar inceltmek şüphesiz benim tercihim. Onu akleden kalbe dönüştürmeye niyet etmek de. Bir sıkıntının çarptığı ilk anda nefsimin "dayanamıyorum" bağırtılarını dinlemek de benim tercihim, aynı anda fısır fısır konuşan akleden kalbimin "a ah, dayanabiliyorum" deyişine kulak vermek de.

Sonsuz gibi görünen bu oluş ve bozuluş aleminin sonlu olduğunu günde beş sefer, yetmiş sefer hatırlamak için yediklerim, içtiklerim ve gördüklerimi temizlemeye niyet etmek de önümdeki tercihlerden biri.

Ya niyetlerim hâlis değilse?'Elimde bir münafık listesi veya Huzeyfetül Yemânî'nin adresi de olmadığına göre o hadiste geçen alametleri kendimde aramalıyım. Sözümde duruyor muyum, emanette emin miyim, konuştugumda doğru sözlü müyüm, herhangi bir konuyu tartışırken ileri gidiyor muyum? Her gün, her an yeni bir lütuf olarak önümde duruyor. Geçmişe tastamam bir Tevbe, geleceğe tastamam bir niyet nasip eyle Rabbimiz.

Sâfî Nefis

Çocukken sâfi nefisten ibarettim. Nefsim varoluşu itibariyle iyi veya kötü değildi. İleride irademi hayra veya şerre yönlendirmek üzere bedenimin büyüyüşünü bekledi nefsim. Akli melekelerim geliştikçe yavaş yavaş nefsimden ötesini düşünmeye başladım.

Nefsimin ilgisini çekenler çocukken beni meraklı bir tomurcuk gibi gösteriyordu. Büyüyünce o tomurcuk herhangi bir yere gitmedi, önüne gelen her şeyi merak etmekten de vazgeçmedi. Anladım ki tomurcuğa "burası senin sınırın, burada dur" demezsem, canavarlaşır. "Şu an ne yapıyor Ayda acaba, iyileşti mi" der mesela. Bu güzel. Bu dua etmeye vesile. Ama orada durmaz. Sırf kendini rahatlatmak için hiç ihtiyacı olmayan bir bilgiyi bulur ve edinir. Fırsatını bulsa annesi ölmüş çocukların yanına kameralarla girer, nasılsın diyerek onları kucaklayıp kameralara poz verir. Bu bilgi onu biraz idare eder. Sonra tekrar kendine ve insanlığa doğrudan bir hayrı olmayan işlerin peşine koşar.

Bu senin sınırların Merveciğim, bu ay tarih ve medeniyet hadisleri, tecvid tekrarı, falan filmlerin taranması, temel fizik tekrarı, arapça 3 tekrarı, ilkçağ felsefesi tekrarı, falan başlıklarda şu kadar deneme hazırlığı yapacaksın. Bu sınırlar o kadar geniş ki. Gez dolaş gönlünce. Hepsi bitmeyecek, bu mümkün değil. Zaten bitmesi gerekli de değil. Ay sonunda bir daha sor kendine. Neredeyim, sadece bilgi mi ediniyorum yoksa cümle kurabiliyor muyum? Bakarsın bunlara.

Rabbim. Fayda vermeyen bilgiden sana sığınırım. Amin.

Şifa Ayetleri

Kur'an'ın her bir ayetinin şifa olduğuna iman ediyoruz. Şifa denince aklımıza ilkin aç veya tok karnına günde filan kez içtiğimiz ilaçlar, sağlıklı beslenmek, ölçülü hareket etmek ve yeterince dinlenmek gelebilir. Fakat Kur'an'ın şifası fiziki boyutların ötesinde bir şifadır. Eğer hastalıklarımızın kaynağı gözlemlenebilir, ölçülebilir, değerlendirilebilir bir şey ise, Kur'an buna sadece okumakla şifa olamaz. İçinde yüzlerce geçen, akletmiyor musunuz, düşünmüyor musunuz, anlamıyor musunuz, idrak etmiyor musunuz ayeti ile şifadır Kur'an. Manevi hallerimize onu yüzünden veya ezbere okumakla, maddi hallerimize ise onu idrak edip uygulamakla şifa buluruz. İşi ehline ver, yalan söyleme, faiz yeme, gıybet etme, kardeşine hased etme diyor Kur'anımız. Biz bu ayetleri tekrar tekrar söyleyip boğazımızdan aşağı indirmezsek Kur'an bize nasıl şifa olabilir?


Rabbimiz bize Kur'an'daki emirleri uygulamadan, sadece defalarca okumakla şifa vereceğini vadetmedi. Bazen sıkıntı bazen ferahlık dolu bir hayatta Rabbimizin sözlerini rehber edinerek yaşayacağımıza söz verip geldik. O bizi muhatab alarak "Rabbiniz değil miyim" dedi. Onun yüceliği karşısında "Rabbimizsin" dedik. Öylece geldik. Şimdi başımıza gelen türlü sıkıntılarda "dua ediyorum ama geçmiyor" dersem kime benzerim biliyor musun? Asimetrik oyuncaklarını üst üste koymakta ısrar eden, neden durmuyor" diye ağlayan, "ne oldu kuzum" diyen annesine ""bu oyuncaklar üstüste neden durmuyor" diye kızan bir çocuğa. Annesi nasıl merhametle kucaklarsa o çocuğu, Rabbimiz de her hatamızdan sonra merhametle kucakladı bizi. Tevbe edebilmek için yeni bir nefes verdi. 

Derin bir nefes alıp tevbe edebilmeyi, Kuran'ı tümüyle yaşayabilmek için niyet edebilmeyi, minik adımlarla ilerleyip son nefeste imanla gidebilmeyi nasip eyle yâ Rabbî.   

Bâki Dönüşüm

Günlük hayatımı kolaylaştıran maddi rahatlıklardan bazılarını beni eblehleştirdiklerini düşünerek terk ettim. Bu terk edişler öyle çoğaldı ki dünyamı kendi elimle kendime dar etmeye başladım, uçurumun kenarına geldim. Anladım ki, belli bir anda, kendine bir konfor alanı kümesi belirleyerek "bundan gayri bu kümenin dışında yaşayacağım" demek de bir konfor.

Bundan dokuz yıl evvel ailecek bir yola çıktık. Allah ömür verdikçe iki ila dört yılda bir şehir değiştireceğimiz bir yoldu bu. O günden bu yana bir Selçuklu, bir Osmanlı, bir Artuklu kentinde yaşadık. Döndük bir Osmanlı kazasına yerleştik yine. Yolun başında bu gidişlerin, bu başlangıçların haz etmediğim huylarımdan vazgeçmek ve günlük hayatımı kolaylaştıran maddi rahatlıklardan bazılarını terk edebilmek için eşsiz bir fırsat olduğunu düşünmüştüm. İç organlarımı, iskeletimi ve kaslarımı çevreleyen derim ile etrafımı saran hava tabakası arasında keskin bir ayrım olduğunu düşünüyor, değişimin herhangi bir an başlatılabilecek veya bitirilebilecek bir olgu olduğunu varsayıyordum. Oysa ben her an yaratılan trilyonlarca atomumla varlık sahnesindeki sonsuz eksi bir atom yığınının sadece bir parçasıydım. Bu yığın, çok şükür ki biz görmeden, her an bir oluş ve bozuluş içindeydi. Bir peri kızı olmasam da şu an etrafımda bir atom halesi ile dolaşıyor, çekim alanımdan çıkan atomları bırakıyor, çekim alanıma giren atomları tutuyorum. Hayatımda herhangi bir şeyi değiştirmek için başka bir şehre taşınmayı, pazartesiyi veya bir mürşidin dizinin dibine oturacağım günü beklemek ne garipmiş. 

Rasulullah sallallau aleyhi ve sellemin "nerede olursanız olun, salavatlarınız bana ulaşır" dediğine iman etmiş biri için bu atom alışverişi için pek de hayret verici değil. Diyelim aşk ile Allahümmesallialaseyyidinamuhammed 

5 Kasım 2020 Perşembe

Enkaz altında kalan canları kim öldürdü?

"Elif'imizi, Ayda'mızı, enkaz altından kurtaran Allah" dedim içimden. Bu cümleleri her afetten sonra kurarım. Bazı insanların aymazlığından, eksikliğinden sünnetullah çerçevesinde kaçabilen nasiplileri Allah'ın kurtardığını düşünür nefsimi rahatlatırım. Birilerinin çürük raporu olan binaları allayıp pullayıp satabilme/kiraya verebilme derekesine ineceğine inanmak istemem. Çünkü bu sorumsuzlarla baş edebilmek için daha çok çalışmak nefsimin hoşuna gitmez. Sorunu devlet gibi sınırlarının nerede başlayıp nerede bittiğini bilmediğim bir organa yıkarım hemen. Hey, Merve, devlet sensin. Nasılsak öyle yönetilirsin.

Sünnetullah nedir? O Allahın kainat üzerindeki kurallarıdır. "Allah istemese o bebekler ölmezdi" cümlesi mantıken hatalıdır. Allah tüm zamanların üzerindedir. Olacak olan her şeye aynı anda hâkimdir O.  Biz zamanla sınırlı olduğumuzdan olayları belirli bir akış halinde görürüz. Bir akıllı cihazda meşhur tren yolunda koşu oyunu oynadığınızı düşünelim. Karakterin hangi yollardan geçeceği, karşısına hangi saniyede ne çıkacağı hem bellidir hem değildir. Oyunu oynayan kişinin tercihleri ile değişen ve ne olursa olsun değişmeyen şeyler vardır. 

Başımıza gelen iyilikler Allah'tan, başımıza gelen sıkıntılar sünnetullaha göre hareket edememekten. Rabbimiz, senin tabiat kanunlarını iyice kavrayabilmeyi, böylece ömrümüzü tamamlayabilmeyi nasip eyle. Amin.     

Şifa Ayetleri

Kur'an'ın her bir ayetinin şifa olduğuna iman ediyoruz. Şifa denince aklımıza ilkin aç veya tok karnına günde filan kez içtiğimiz ilaçlar, sağlıklı beslenmek, ölçülü hareket etmek ve yeterince dinlenmek gelebilir. Fakat Kur'an'ın şifası fiziki boyutların ötesinde bir şifadır. Eğer hastalıklarımızın kaynağı gözlemlenebilir, ölçülebilir, değerlendirilebilir bir şey ise, Kur'an buna sadece okumakla şifa olamaz. İçinde yüzlerce geçen, akletmiyor musunuz, düşünmüyor musunuz, anlamıyor musunuz, idrak etmiyor musunuz ayeti ile şifadır Kur'an. Manevi hallerimize onu yüzünden veya ezbere okumakla, maddi hallerimize ise onu idrak edip uygulamakla şifa buluruz. İşi ehline ver, yalan söyleme, faiz yeme, gıybet etme, kardeşine hased etme diyor Kur'anımız. Biz bu ayetleri tekrar tekrar söyleyip boğazımızdan aşağı indirmezsek Kur'an bize nasıl şifa olabilir?

Rabbimiz bize Kur'an'daki emirleri uygulamadan, sadece defalarca okumakla şifa vereceğini vadetmedi. Bazen sıkıntı bazen ferahlık dolu bir hayatta Rabbimizin sözlerini rehber edinerek yaşayacağımıza söz verip geldik. O bizi muhatab alarak "Rabbiniz değil miyim" dedi. Onun yüceliği karşısında "Rabbimizsin" dedik. Öylece geldik. Şimdi başımıza gelen türlü sıkıntılarda "dua ediyorum ama geçmiyor" dersem kime benzerim biliyor musun? Asimetrik oyuncaklarını üst üste koymakta ısrar eden, neden durmuyor" diye ağlayan, "ne oldu kuzum" diyen annesine ""bu oyuncaklar üstüste neden durmuyor" diye kızan bir çocuğa. Annesi nasıl merhametle kucaklarsa o çocuğu, Rabbimiz de her hatamızdan sonra merhametle kucakladı bizi. Tevbe edebilmek için yeni bir nefes verdi. 

Derin bir nefes alıp tevbe edebilmeyi, Kuran'ı tümüyle yaşayabilmek için niyet edebilmeyi, minik adımlarla ilerleyip son nefeste imanla gidebilmeyi nasip eyle yâ Rabbî.

1 Kasım 2020 Pazar

Mizaha Sabır

Çilimli, Sonbahar 2020

Bize sabretmeyi Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem öğretti. O’nun anlattığı sabır bir şeye dişini sıkmak veya birine katlanmak değildi. O,  Sebeplerin hepsini sebeplendiren Rabbimize dayanmamızı, O’na güvenmemizi, elimizden geleni yaptıktan sonra durum veya kişilere dayanma gücünü artırabilmemizi tavsiye ediyordu.

Çocukken düşüp dizimi yaraladığımda o an etrafımdaki arkadaşlarım gülerse ve biri çıkıp onları susturmazsa buna ağlardım, ağlamamayı öğrenince sabrettim sandım. Gençken arkadaşlarım dalga geçtiğinde buna gülerdim, bunu sabretmek sanıyordum. Yetişkinliğimde biri benimle alay ettiğinde ona “Anlayamadım, ne demek istediniz?” demeyi öğrendim. Şimdi sabrın anlam haritası biraz daha genişledi benim için. Eğer uzun bir konuşma sürdürme niyetinde ise muhâtabım, konuşmak isterim. Yok değilse, muhatabımın bana sunduğu kelime, mimik, jest gibi verilerinden beni ikna etmeye çalıştığı sonucunu çıkardıysam konuşmayı sürdürmek istemem. Çünkü bir tarafın diğer tarafı veya iki tarafın birbirini bir şeye ikna etme amacıyla sürdürdüğü bir konuşma öyle veya böyle şiddet doğurur. Bunları aklı başında insanlardan öğrendim. Onlarla dalga geçtiğimde beni anlamaya çalıştılar. Onları ikna etmeye çalıştığımda konuşmayı sürdürmediler.

Bununla birlikte, perdenin arkasında veya önünde, halleri hicvederek yapılan ustalıklı mizahı severdim. Fakat bu mizah da bâtıl işleri gereğinden fazla ayrıntılandırıyor ve zihnimin sâfi kısımlarını bulandırıyordu.  Kendi cahilliğime gülüp harekete geçmemle, kendimce eylediğim hayırlı amelleri küçümseyerek bu amellerden vazgeçmem arasında çok ince bir çizgi olduğunu farkettim. Mizahın veya dramın sonuç olarak zihnimde uyandırdığı şey hep kıyas oluyordu. Bunu bir kez böyle kodladığım için de vazgeçmekte çok zorlanıyorum. Fakat az da olsa anlıyorum artık. Biri doğrudan veya ekran üzerinden mizah yaptığında bunun yalnızca bir nefes alma alanı olduğunu, daha ötesine geçmemesi gerektiğini hatırlatıyorum kendime. Yılan zehri gibi, şu miktarı ilaç, şu kadarı zehir.

Rabbim bizleri imanda sabit eylesin. Dünyaya çok dalmaktan, tefekkürü terk etmekten, ölümü unutmaktan, çok gülmekten sana sığınırız Rabbim, âmin. 

 

Hadislerle İslam, DİB

Bilimilerin Vicdanı: Psikiyatri, Dr. Erol Göka

Başı Sınuklar İçin Kılavuz, Dr. Kemal Sayar

Cimri, Moliere

Şeytan Olmasaydı Ne Olurdu?

Hasankeyf, Kasım 2018


Rabbimiz Adem aleyhisselamı yarattı ve onu bir müddet o halde bıraktı. Şeytan, bu yeni varlığı etrafında dönerek dikkatle inceleyince bir midesi olduğunu fark etti. İştah sahibi olduğu için nefsine hakim olamayacağını anlayınca "ben yenerim bunu" dedi. Daha secde emri gelmeden kararını vermişti hain. Biz buna iman ediyoruz.
Peki şeytan olmasaydı ne olurdu? Bu ve bunun gibi yaratılışla ilgili soruların hepsi kendi içinde tutarsız. Çünkü insanın iki bilgi kaynağı vardır. Biri vahiy biri akıl. Akıl bize sünnetullah çerçevesinde edinebileceğimiz bilgileri verir. Şöyle olunca ateş yanar, şöyle olunca yanmaz. Bu Rabbimizin bizim için kurduğu düzendir. Bu kurallara hayranım. Ama mağaranın içinde, turna kuşu kuklasının gölgesini gerçek sanan biri gibi olduğumu da biliyorum. Nasip olur da cennete gidersem, yaradılışın ince ayrıntılarını görme şerefine erersem kuklaların gölgelerini gördüğümü anlayacağımı da biliyorum vahyi bilgi ile. İki kanadım var. Biri akıl biri vahiy. Birini kırarsam uçamam. 
Rabbimizi kendimiz gibi zaman ve mekanla mukayyet sandığımız için soruyoruz bunları. Onun kurduğu düzende bir "şey" olmadığında hadiselerin farklı olacağını zannediyoruz. Rabbimiz ezel ve ebedi bilir. O zamanla sınırlı değildir. Bir şey onun için önce veya sonra değildir. Her şey, her zaman ve her mekan aynı anda O'nundur. Biz üç boyutlu bir oyunun içindeymişiz gibi hayatımızın saniyelerini birbiri ardınca görüyoruz. Halbuki Rabbimiz zamandan münezzehtir. Boşuna mı öldürdü batılı insan kardeşlerimiz eksikli Tanrı fikrini? Kullarını acı çekmek için Dünyaya yollamış bir Tanrı fikrini elbette öldürsünler. O putu kırıp İslam'la şereflenirler inşallah.    
O bir şeyi isterse herkes istemese de sonuç değişmez. O bir şeyi istemezse herkes istese de sonuç değişmez. Kula hürce irade edeceği bir alan vermiş ve bu alandaki kanunları değiştirmemiştir. "Ya sonradan canı değiştirmek isterse" sorusu Allah'ı kendimiz gibi zamanla kayıtlı sanmamızdandır. O evveldir, O ahirdir. Her şey O'nun emrindedir. Diyelim aşk ile, Hû Allah, La İlahe İllallah, Onlara Karşı Yeter Sana Allah, En Büyük Allah!
Kaynak
Hadislerle İslam DİB
Platon Devlet
Nietzsche Böyle Buyurdu Zerdüşt

31 Ekim 2020 Cumartesi

İnsanlığın Atası

Çilimli, Sonbahar 2020



İman ediyoruz ki insanlar Adem aleyhisselam'ın çocuklarıdır. O topraktan yaratıldı. Rabbimiz Âdem aleyhisselamı, cuma günü, cennette yaratmaya başladı ve bedenini yarattığında onu bir süre kendi hâline bıraktı. Rabbimiz Adem aleyhisselama isim koyma becerisi ile donatmıştır.  

İlk atamız Adem aleyhisselamın dünya imtihanının ne zaman başladığını vahiy ile öğrenmedik. Bilim insanları sınırlı veri ile türümüzü "homo sapiens sapiens" olarak isimlendirdi. Sırasıyla homo sapiens, hominia, hominidae ailelerinden olduğumuzu söylediler. Bunların tümü bir anda olmadı. Bazı yaratılmışlarla çıplak gözle fark edebildiğimiz benzerliklerimiz vardı. 

Elimizdeki teknolojik imkanlar geliştikçe çıplak gözle kendimize benzettiğimiz canlılardan başlayarak genetik analizler yapmaya başladık. O da nesi, gorillerle %98 aynı genleri taşıdığımızı öğrendik. Yüce kitabımızda "Aşağılık maymunlar olun" denilen kavmin torunları bu işe pek sevindiler. "Bakınız, sadece biz değil, tüm insanlık maymundan geliyor" tezini ispat etmeye çalıştılar. Fakat bir müddet sonra farelerle insanların %99 aynı genleri taşıdığı ortaya çıkınca bu heves kursaklarda kaldı. Çoğu insanın hakikatin kendisi sandığı bilgi aslında sadece bir yorum, bir önermeden ibaretti. Yarın farklı bir önerme ile karşılaştığımız anda soluverecek bir önerme.

Bu bilgi sadece Allah'a ve Rasulüne iman edenlerin yani güvenenlerin işine yaradı. Çünkü, iman etmeyenler fare ile benzerliğimiz ile gorillerle benzerliğimizin farklı olduğunu, genomik kıyaslama yoluyla karşılaştırma yapmamız gerektiğini, e böyle bakınca da yine gorillerden geldiğimizi söylediler. Ne diyelim, bu kadar cehalet ancak tahsille mümkündür. 

İslam, bilim ve felsefe ile çelişemez. O vahyi bilgidir. Bilim ve felsefe ise gözlem, deney, şüphe ve sezgiden ibarettir. Çok seviyorum bilimi, felsefeyi, sanatı. Ne güzel yaratmış Rabbimiz! Dünya üzerinde bu üçünü de bizim ilerlettiğimiz bir çağ oldu, yine olacak inşallah, hayat amacım bu benim. Fakat bunların oyun ve oyalanmalarımız olduğunun da bilincindeyim. Saf hakikat dururken neden oyuncağa hakkı söyletmekle vakit geçireyim?

Rabbim kalbimizi imanda sabit kıl. Rasulune layık ümmet eyle. Amin.    

Kaynak: Hadislerle İslam, DİB. Türlerin Kökeni, Darwin.    

30 Ekim 2020 Cuma

Öz Yönelimli Öğrenme

Safranbolu, İlkbahar 2017


Kendimi bir fabrika, çocuklarımı da çıktı zannetmişim. Çocuklarımın yönelimlerini fark edememişim. Ben neyi nasıl öğrenmek istiyorsam onların üzerine boca ettikten sonra anladım bunu. Üç yaşında iken"Anne beni rahat bırak, kendim öğrenirim" dedi ilk oğlum. Ama ben daha ona bed-i besmele yapacaktım. Kendime şık bir elbise... Ona şehzade kıyafeti... Kızıma sultan...

Çocuklarım isimleri, sıfatları, sayıları, fiilleri nasıl öğrenecek, ben öğretmezsem nasıl öğrenecek? "Bak, bu nene, bu bir, bu pembe, bu yürüyor" diyordum öncesinde çocuklara yaptığıma inanmadan. Bu cümleleri kurarken kendi sesim kayboluyor, yerine başka bir ses geliyordu. Bir de kitap okurken o ses geliyordu yine. Çocuklar kitabı dinlesin diye sesimi eğip büküyordum. Bundan rahatsızdım. İyi kitap görsellere ve sese ihtiyaç duymazdı sanki. İçimde bunun doğru olmadığını biliyor ama cümlelere dökemiyordum. 

Okul öncesi eğitim almadılar. Kurumumun kursları yokken birkaç yere gittik birlikte, o gün o yerlere bırakmak bizim için bir ihtiyaç değildi. Göndermedik o yüzden. İhtiyacımız olsa ona göre karar verirdik. Çocuk gelişimi ve iahiyat fakültelerinde okuyan oyun ablaları geldiler evimize. Çocuklarımın sorularına cevap vermelerini, bunun dışında bir şey öğretmek zorunda olmadıklarını söyledim onlara. 

Çocuklarım onlarla çocuk gibi konuşmamdan hiç hoşlanmadılar. Bu yüzden çocuk gibi konuşan çocuk kitapları almadım. Çocuklara konuşan çocuk kitapları aldım. Markette pazarda ucuz kitapları aldım. Kestiler biçtiler. Günü gelince ona kadar saydılar, günü gelince yüze kadar. Dört işlemi keşfettiler. Yedi yaşlarına geldiklerinde okul kitaplarından dersler çalıştık. Kitap okumaya, ucuz kitaplardan etkinlik üretmeye devam ettik. İlkokul müfredatı o kadar basit ki, kodlama ve resim derslerine de rahatça katılabildiler. Kutu oyunları oynadık. 

Meğer canım elbise giymek istiyormuş, çocuklara süslü kıyafet giydirmek istiyormuş. Diktirdim, giyindim. Aldım, giydiler. 

Rabbim. Faydasız ilimden, ürpermeyen kalpten, işitilmeyen duadan, doymayan nefisten sana sığınırım. Amin.

28 Ekim 2020 Çarşamba

Mini Valizim

Evimizi eşyalarımız rahat etsin diye tutmadık. Eşyalarımızı rahatsız olmak için almadık. Evimizi rahatça dağıtabilmemize tek engelin irademiz olduğunu fark edeli beri rahatız.


Kainat oluş ve bozuluştan ibaret. Eşyalar dağılır, eşyalar toplanır. Evdeki eşyaların bir yeri varsa, o eşyaların o yerlerde olmayışı bir sorun değil.Dolaplar, kitaplıklar, kutular, valizler, bazalar ağzına burnuna kadar dolduğunda kendime "hangi eşyalar bize hizmet ediyor biz hangi eşyalara hizmet ediyoruz" sorusunu yönelttim. 


Her gün kullandığımız seccade, tülbent, takke ve tesbihleri elimizin altında, iki minik kutuda. Örgüm ve çarpı işim tekli koltuğun altında. Şişteki battaniyeyi iki yıldır örüyorum. Çarpı işi yaklaşık yedi yıllık. Canım isteyince... Büyük koltuğun altında sökükler, yama yapılacak yırtıklar...


Mutfaktaki bir rafta servis tabakları, çukur tabaklar ve kaseler. Diğer malzemeler üst üste değil. Tane tane. Elimi uzattığımda tek hamle ile alıyor, yıkadıktan sonra tık diye yerleştiriyorum. Nadiren kullandığım gereçler en üstteki dolap raflarında. Sığmıyorsa bir şeyler fazlalık. Şu anki mutfağım hem aşırı güneş alıyor hem de çok nemli olduğundan bazı kiler gıdaları gölgede. Onlardan geriye kalan boşluğu doldurmuyorum. Boşluk çok güzel. 


Çocukların bir mevsimde giydikleri birer küçük valiz, bizimkiler birer orta boy valiz kadar. Söküleni dikiyoruz, yırtılanı kesip yazlık yapıyoruz, çocukların düğünde bayramda giydiği kıyafetleri veriyoruz. Bizim kıyafetlerimiz verilecek halde olmuyor, bahçede giyiyoruz. 


Kitaplığı büyütmüyor, arada bir kitapları eliyoruz. Ana kaynakları koruyup ara kaynakları hediye ediyoruz. Bazılarını da çocuklarımızın gençlik günleri için kutuluyoruz. Kırtasiye malzemeleri kutusu, ecza kutusu, günlük havlu kutusu, ayak havlusu kutusu, teknolojik alet kutusu, masa örtüsü kutusu, banyo ve mutfak temizliği kutusu. Bazanın altında yazlıklar, misafirler için çarşaflar, yastık ve battaniyeler.


Rabbim verdiği nimetlerin kıymetini bilenlerden eylesin. Verdiği ömrü hayırlı meşguliyetlerle geçirebilmeyi nasip eylesin. Eşyaya, bedenimize ve ruhumuza hakkını vererek yaklaşabilen kullarından eylesin.


27 Ekim 2020 Salı

Bebek ne yer?

Mehserté, İlkbahar 2018


Karşımdaki mama sandalyesinde altı aylık bir bebek. Yanımdaki koltukla "çocuğa pirinç unundan mama yedirilir, nereden çıkarıyorsunuz bu icatları hiç anlamadım" diyen annem, elimde bir kase ıspanaklı irmikli çorba... Sinirden ağlıyorum çünkü çorbayı verir vermez çıkarıyor. Çok kötü bir anneyim. Kimbilir ne hata ettim de çocuk bunu yemiyor. Emzirirken ve hamileyken yediğim şu gıdalar yüzünden çocuğun damak tadı böyle. Hayatı boyunca sebze yemeyecek. Kemikleri zayıf kalacak. Güçsüz biri olacak. Sebebi benim yediklerim. Hiç iyi bir anne değilim. Hepsi benim yüzümden. 

Annem "deli deli konuşma" diyerek kaseyi elimden alıyor. Çocuğa akşam yediğimiz salçalı, baharatlı tarhanadan yediriyor bir güzel, canım annem. Çocuk açlıktan uyuyamıyormuş, çabucak uyuyor sonra. Tabii ben o zaman bunu böyle yorumlamamıştım. "Tarhana beyaz undan yapılmıştı, beyaz un zehirdir, kan şekeri âni yükselince uyuyakaldı çocuk" diyorum, çünkü deliyim, çünkü taze anneyim, taze annelere bu güncelleme otomatik yüklenir, kınamayın başınıza gelir, kızınız gelininiz öyle olur, aman diyeyim.

Çocuk doktorları ve gıda mühendislerinin tüm makalelerini okuyorum o sıralar. Tahıl tam olacak, rafine olmayacak. Çocuk yeni bir sebze meyve yediğinde üç gün boyunca allerjik reaksiyonlar gözlenecek. Şeker tuz yok. Pekmez ve bal yasak. Meyve, sebze, mevsiminde yedirilecek. Salça baharat yasak. Balık dip balığı olmayacak. Çok az bitki çayı verilebilir. Güneşte kurutulmuş meyve ve sebzeler eline verilebilir.

Kimisinden vazgeçeceğim, kimisini anlamadığımı farkedeceğim bu bilgiler o gün benim için sorgulanamaz. Çünkü bu bilgilere tek doktordan/tek mühendisten değil, çapraz okuyarak ulaştım. Fakat gitgide kaynaklarım genişledi. Başka bakış açılarıyla tanıştım. İkinci bebeğimde de bu düzenle devam ettim fakat çok yoruldum. Üçüncü bebeğimde evimize pişirdiğim yemekler dönüşmüştü ve bebeğe fazladan yemek pişirmeme gerek kalmıyordu. Yer sofrasına oturup o gün ne yiyorsak ondan yiyordu. Dördüncü bebeğin ne zaman ne yiyeceğini hiç düşünmedim. Öğrendiklerim evimizde hayat bulmuştu çünkü. 

Rabbim delirdiğimiz anlarda "deli deli konuşma" diyenlerimizi eksik etmesin. Taze annelerin gönlüne ferahlık aklına sükun nasip etsin. Cennet ayaklarına serilen annelerden eylesin bizleri. Amin. 

Bebekle Çalışmak...

Méhserte, Yaz 2018


Bebeklerim üç aylık olunca Kuran Kıraati öğretmeye, müminelere vaaz vermeye geri döndüm. Bebeğimi kursa götürüyordum, ücret verdiğim bir hanım bebeğimi sınıf girişinde veya öğretici odasında kucağında gezdiriyor bazen de ayağına alıyordu. Yürüyemeyen, sınıfıma girmeyen bir bebek kurs girişinde kucakta geziyor diye amirlerim ve onların amirlerince uyarıldım. İşimi aksatmıyor, her gün bir öncekinin üzerine koymaya çalışıyordum. Amirlerime "sınıfıma bensiz girip hanımlara bu durumdan rahatsız olup olmadıklarını sorabileceklerini, bebeğin kursta durmasına engel bir durumun yönetmelikte olmadığını, benzer örneklerin başka kuran kurslarında da bulunduğunu" hatırlattım.


Uyarı almama rağmen devam ettim. Bu tabii duyulmuş, neler olduğunu soranlara "çok iyi bir amirdir" dedim, dedikodusunu etmedim. Kınama almadım, falanın kızı olmam buna vesile olabilir, ebleh değilim, farkındayım. Ama bunun da Allahın bir nimeti olduğunu düşünüyorum. Rabbim sanki bu işle vazifelendirdi beni. Bu olay emsal teşkil etti. Farklı şehirlerden arayıp, ben de sizin gibi yapıyorum artık deyip dua eden çok kişi oldu. Seneler içerisinde kurumumuzun enerjisinde dişil taraf biraz daha ağırlık edindi ama yetmez elbette. Sonraki seneler 4-6 yaş talebeleri kursa girince bazı amirlerimiz şaşkınlık içinde kalıp emekli oldular. O zamanlar Eğitim Hizmetleri Genel Müdürümüz olan şimdiki Başkan hocamızdan Rabbimiz razı olsun. Kuran Kurslarını bürokratik suratsızlıktan kurtarıp sevimli bir çehre sahibi kılmaya vesile adım atan her mümin kardeşimizden Rabbim razı olsun. 


Bebekle evden çıkmak, iki-üç-dört çocukla evden çıkmak zordu. Ama gurbetteki insan canlısı biri için bulunmaz bir nimetti. Zorluklarla beraber kolaylıklar verdi Rabbim. Ebru, Gülsüm Hanım, Semra, Reyhane, Gözde, Tuğçe, Gurbet... Dört şehirde de güzel insanlarla tanıştırdı Rabbim elhamdülillah. Bebeğimi kucaklarında tuttular. Çocuklarımlla oyun oynadılar. Allah razı olsun.


Roman okuyarak büyüyen yaşıtlarım ve ben, hikayesini anlatan bir nesiliz. Bunlar hakikatin kendisi değil, yorumlarımız. Güneş değil ay ışığı. Hikayenin tümünü anlatamadığımın farkındayım. Bir kardeşim bir cümlecik okuyup ferahlar ümidi ile yazdım. Ferahlatıver Rabbim, amin!

25 Ekim 2020 Pazar

Anneliğin İlk Yılı

Safranbolu, Yaz 2017


Yirmi dört yaşımda ilk. Yirmi altı,yirmi dokuz, otuz iki. Dört farklı bebek dört farklı anne. Bazı hislerin sönmesi, evvelden hiç sezmediklerimin alevlenişi. Zaaflarım ve niyetlerim aynı kalırken vasıf ve aidiyetlerimin değişmesi.

İlk ilk yıl. Tüm hisler aşırı. Neşe, hiddet, kaygı ve kederden doğan, haddini aşıp zıddına dönen yüzlerce his dalgası. Beynimin sınırlı bir süre için hızlıca değişimi. Reseptörlerimin tabiatımla ahenk içinde bebeğimden gelen sinyallere aşırı duyarlı harici sinyallere duyarsız hâle gelişi. Bedenimi bu değişim rüzgarına teslim edip irademle bir canlıya annelik etmeye karar, ya da bu değişime izin vermeyerek eski ben kalmak, ikisinden biri. Sabah uyanmak, ev toplamak, okula gitmek, işe gitmek, kendimden başkası için yemek yapmak gibi basit eylemleri bile zoraki yapan uyuşuk Merve'nin annelik etmeye karar verişi. Freud ötede oyna yavrum. Belki atalarımdan birinin kabul olmuş duası.

İkinci ilk yıl. İçgüdüsel hisler nispeten yerli yerince. Fakat bilgi daha çok. Sakinleşen hisleri körükleyen bilgiler. Uykusu, anne sütü emmesi, ilk gıdaları, yürümesi, ilk kelimeleri gibi ayrıntılarda boğulmak. "Doğru" peşinde tükenen enerji ve Allah'ın verdiği hata etme hakkını kendine yasaklayış.

Üçüncü ilk yıl. Yuvada üç küçük yavru. Kontrolden tamamen ve iyi ki çıkış. Çamaşır, bulaşık ve ütü dağları olan evlerde kimsenin ölmediğini, mutfak dolaplarındaki, pencerelerdeki ve duvarlardaki lekelerin kimseyi hasta etmediğini, bazen günü çorba ve kahvaltılıklarla geçirmenin kimseyi hasta etmediğini öğreniş.

Dördüncü ilk yıl. Bebeğin "hayırdır, düğün mü, bayram mı, şenlik mi" der gibi gelişi. Evde hiç bitmeyen bir sohbet, gürültü, oyun ve çekişme hâli. Top top dondurmalar, rengarenk şemsiyeler gibi cıvıl cıvıl çocuklarla dolu bir ev.

Bebekler doğdu, emdi, yedi, yürüdü, bir yaşına girdi. Kadın anne oldu, bir yaşına daha girdi. Her annenin her bebeği biricik. Niyetlerimizi tazeleyerek ilmimizle amel edebilmeyi, aidiyetlerimizi İslam'dan alabilmeyi, vasıflarımızı ölçerken Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemi mihenk edinebilmeyi nasip eylesin Rabbim. Amin.

21 Ekim 2020 Çarşamba

Kız Çocuğu Büyürken

Diyarbakır Nebi Camii, Kış 2017


Bir avuç toprakta milyarlarca canlı, topraktan gelen insanın milyarlarca hâli var. Bir insana bakarken bunu hatırlarım. 

Beynimin karar mekanizmalarının yaratılışında ayrı ayrı hikmetler var. İlkel beynimle saniyeler içerisinde duyularımdan elde ettiğim veriyi hızlıca sınıflandırır,  muhatabımı kız-oğlan, kadın-erkek, genç-yaşlı, akrep-oğlak, safravi-demevi, generator-reflektor, zorba-kurban, koşullu sevilmiş-koşulsuz sevilmiş gibi sonsuz sayıda tercihten birine yerleştiririm.

Tüm insanlığın bilgi hâsılası olan sanat, bilim ve felsefe üzerine okuyup tekrar düşündükçe beynimin bu ilkel kısmının ne yaptığını görebilen başka bir mekanizma farkettim. Bu iki mekanizma da gerekli. İlki eşyayı ait olduğu odaya götürüyor, ikincisi eşyayı o odadaki yerine yerleştiriyor. Hem acıklı hem gülünç olan şu ki aslında eşyanın o odadaki yerini ikinci mekanizma da bilmiyor. Hatta, eşya da o odadaki yerini bilmiyor çünkü eşya sürekli dönüşüyor.

Bir  kız çocuğu çocuğu hayal edelim. Dokuz yaşında, filan ayda falan yerde doğmuş, annesinin babasının akrabalarının özellikleri huyları şöyle. Davranışları şöyle. Bunu hemen bir kategoriye yerleştirelim. Mesela kıskanç, kaba, saygısız diyelim. Ya da hikayesini dinleyelim. 

İki yıl annesine yapışık yaşadı, yürümeye başlayınca iki buçuk yaşına dek babasıyla sevgi kumkuması idi ama diğer akrabaları ile iletişim kurmadı ve onu sevmek isteyenleri savuşturdu, iki buçuk yaşında kardeşi olduğunda hüzünlü bir peri kızına dönüştü, dört buçuk yaşında bir kardeşi daha oldu, daha da hüzünlendi, kardeşlerini onun yanında severken üzülüyor ama neye üzüldüğü sorulduğunda bilmiyorum diyor, bebek, genç kız veya erkek çocuk değil, dokuz yaşındaki bir kız çocuğu gibi sevilmek istiyor, öpmeden önce izin alınmasını istiyor, "sen beni hiç sevmiyorsun" denmesinden hoşlanmıyor çünkü çevresindekileri seviyor.

Kul gözümle sadece bir kısmını görebildiğim bu hikaye yazılmaya devam ediyor. Çocukluğu boyunca milyarlarca an yaşayacak. O, bu anlardan seçerek bir hayat inşa edecek kendine, Rabbimin izin verdiği alanlarda iradesini hayra yöneltirse cennet ehlinden olacak. Aksinden Rabbim onu da bizleri de korusun. Amin.

20 Ekim 2020 Salı

Süregiden Günler

Erenköy, Yaz 2017


Çocuklardan evvel başlayıp biten günlerim vardı. Oysa çocuklardan sonra birbiri ardınca süregiden günler var ve bu pek de yorucu değil. Çayı şekersiz içmeye başlayıp, alışıp, çayı şekerli içtiğimi hatırlamak gibi. Allah Allah ne yapıyormuşum ben o kadar boş vakitte, Allah Allah nasıl içiyormuşum ben o çayı şekerli? 

Akleden kalbimi gözüme rehber edince Rabbimin izin verdiği her yaratılış mükemmel. Pek yoksul bir ailede, zorlu şartlar altında dünyaya gelen bir garibanın yaratılışı da Rabbimizin eseri, her ayrıntısı ince zevkle döşenmiş bir saray odasında yetkin tabipler eşliğinde doğan bir sultan da, benim çocuklarımın yaratılışı da.

Çocuksuzluk da, tek çocukluluk da, iki, üç, dört... çocukluluk da mükemmel. Yok, az, çok, kız, oğlan ne farkeder. Her nimet bir imtihan her imtihan bir nimet değil mi? Hak Teâlâ'nın verdiğini henüz bir hücre yığını dahi olsa öldürmek bu yüzden zulüm, bu yüzden azap sebebi.  

Bir çocuk evimize geldiğinde eve gelen endişe, kaygı, huzursuzluk, fedakarlık, yorgunluk, zahmet, uykusuzluk, ter ve kusmuk kokusu da o mükemmelliğin bir parçası. Köşeye sıkışmak, çaresizlik, aciziiğini iliklerine değin hissetmek, kullardan ve Halık-ı Zülcelal'den yardım istemek, yardım gelmeyince düşünce etrafında kimseyi göremeyen bir çocuk gibi ağlaya ağlaya ayağa kalkmak da. 

Allah gücümün yetmediği sorumluluğu vermeyendir. Ne işlediysem kendime, ne ettiysem kendime. Rabbim, unutur veya yanılırsam beni cezalandırma. Benden öncekilere yüklediğin gibi bana da ağır yük yükleme. Üstesinden gelemeyeceğim şeyleri üzerime yükleme. Bağışla, ayıplarımı ört ve bana rahmetinle yaklaş. Sen sahibimsin, yardımcımsın; inkârcı topluluğa karşı bana yardım et. Amin.

19 Ekim 2020 Pazartesi

Anne Gözüyle Gıda

Safranbolu Sonbahar 2015

İki bin yedi karakışında yemyeşil bir köye gelin oldum. Yalnızca bana ve zevcime ait bir mutfak vardı artık fakat ikimiz de pek acemiydik.

Annem İstanbul'a yerleşmiş Balkan muhaciri bir ailedendir. Şehirde bağ bahçe olmayınca ev düzenine ve yemeğe pek titizlenmişler. En kallavi yemekleri bile yapardı annem, bense yamaklık ederdim. Fakat elim işte iken aklım romanlarda ve televizyonda/internetteydi. Bir de buna sürekli sorgulayan fıtratım eklenince, o görgünün çoğunu miras edinemedim.    

Evlendiğim ay Hatice @portakalagaci kardeşimin ilk bebeği olmuştu. Masaüstü bilgisayarımıza telefon üzerinden internet bağlıydı. Bir mutfağa bir bilgisayarın başına gidip gelerek yemek pişirirdim. Baz blogları yarı yabancı dilimle takip ederdim. O sıralar birçok kişi alışılagelmişin dışında sağlıklı beslenme biçimleri anlatmaya başladı. 

Ana akım medyada sağlıklı beslenme pahalı ürünlerle tanıtılıyordu, bizse kıt kanaat geçiniyorduk. Ne çare, evde ne varsa en temizini yemeye niyet ettim. Acıkmadan yemenin zararlarını öğrendim. Rabbimin merhametinin bir tezahürü olarak ucuz bir meyve ve sebzenin dahi ne kadar besleyici olduğunu farkettim. 

Günler gelip geçti. Erenler, Selçuklu, Safranbolu, Ömerli ve nihayet Çilimli. Her yerde köylü pazarına gittim, üretici ile sohbet ettim, köylerini ziyaret ettim. Atalık tohum ürün bulunca tabiri caizse kaptım. Sadece mevsim balığı yemeye başladım. Turşu ve sirke kurmayı, yoğurt mayalamayı, kavanozlara kışlık yemek hazırlamayı öğrendim. Ailemi tercihlerime zorlamamaya başladım. Dışarıdan bir şey almak istediklerinde babalarına sormalarını istedim ve verdikleri karara saygı duymayı öğrendim.

Rabbim acıkmadan yememeyi, ellerimizi yıkayarak sofraya oturmayı, bismillahla başlayıp sağ elle yemeyi, doymadan bırakmayı, yediğimiz tabağa/bardağa solumamayı, sofrada mütevazı olmayı, bile isteye aç kalmayı, sevmesek de nimeti kötülememeyi, sofradan hamdederek kalkmayı bizlere nasip etsin. Amin. 

Kaynak: Hadislerle İslam

Rasulullah'ın (sallallahualeyhivesellem) Yemek Adabı

Anne Gözüyle Şifa

Safranbolu Sonbahar 2015


Rabbimizin ruhumu taşıyıversin diye yarattığı bu pek latif beden emanetimdir. Rabbimin muradı onu sonsuzluğa taşımam değil, kulluk ederken ondan faydalanmamdır. Gülümsemek için yüzümdeki incecik kasları harekete geçiriyor, güzel bir söz söylemek için dudaklarımı kıpırdatıyorum. Şerre giden bir işi de bedenimle işliyorum.
Rabbimizin "İlmi isteyene veririm" sözüne binaen ilimlerin hayatı ilgilendiren yönlerini araştırırım. Müspet bir ilim olan Tıp ile alakam da böyle başladı. Bir iki yıl içinde bana "vajinal doğum yapamazsınız", zevcime "allerjik rinitsiniz, mevsim geçişlerinde şu ilaçları kullanacaksınız" dendi. İlk yavruma "allerjik astım, şu ilaçları ömür boyu kullanacaksınız" dendiğinde merakım daha da arttı. Çok okudum, çok dinledim kendimce bir orta noktaya geldim. Modern tıbbı reddetmiyor onu hizada tutan kadim tıbba da tükaka demiyorum.
Nebevi Tıp, Ahlatı Erbaa, Bîmaristan ve Şifahâneler, Hümoral Patoloji, Modern Batı Tıbbı, Holistik Tıp, Homeopathy başlıkları ile ilgilendim. Doktorların tıpta yeterliği olmayanlar için yazdığı popüler makaleleri okudum, aynı minvalde konuşmaları dinledim. Gele gele geldim bir kara taşa. Emmân efendim.
Düşük dozlu ağrı kesici içeren iğnenin, iki bardak su içsem ihtiyacım kalmayacak serumun değil de "biri beni kalkıp hastaneye götürecek kadar çok seviyor" fikrinin bana iyi geldiğini anladım. Ateş yükselmesinin vücudun mikrop kırıcı sistemi olduğunu, serin sirkeli bezlerle vücudu silmenin rahatlatıcı etkisini, astanın aşırı rahatsız olduğu bir bakım yapmamayı, Ihlamur, kuşburnu, zencefil gibi basit çiçek veya meyve çayları yapmayı, "zakkumkökünü üç dakika demle, kuruttuğun zeytinyağında marine edilmiş armutsaplarını içine katıp iç" gibi tariflerin bana ne yapacağını bilmediğim için içmenin caiz olmadığını, üç gün düşmeyen ateşte hekime gitmeyi ve yalnız hekimin 'teşhis' koymasının caiz olduğunu öğrendim. 
Elbette en önemlisi, okurum ha okurum. O an aklıma ne gelirse okurum. Bazen tek bir kısa sureyi defalarca bazen de hatmimden birkaç sayfa okurum. Ne yaparsak yapalım bu bedeni bırakıp gideceğimizi hatırlayanlardan eylesin Rabbim. Kendimize tapmaktan bizi korusun. Amîn.

18 Ekim 2020 Pazar

Bismillah

Çilimli, Sonbahar 2020


Fakülte dergilerinde yayımlanan birkaç yazıyı saymazsam kamuya açık yazı yolculuğuna ve amatör fotoğraf paylaşımına bu uygulamada, hocanne ismini verdiğim bir başka blogda başlamıştım. Sosyal medyanın kolay takip edilebilirliği sebebiyle yazıları farklı sosyal medya mecralarında yayınlamaya yöneldim. Fakat hiçbiri Blogger'ın sunduğu okunabilir yazı büyüklüğü, blog içi arama motoru, ulaşılabilir arşivleme gibi kolaylık sunmadı. Bu sebeple elle tutulur yazı ve fotoğraflarımı, dergilerde yayımlanmış röportaj ve yazılarımın bağlantılarını buraya yükleyeceğim. Elbette sosyal medya mecralarında da yayınlayacağım. 

Kitap olsa daha rahat okunur, biliyorum, fakat  yazıların içime sinmesi için biraz daha pişmem gerek. Burası bir kitap sadeliğinde olacak. Yazılar belli bir yekûna ulaşınca daha da kolay okunması için elektronik kitap olarak da yayınlayacağım inşallah. 

Rabbim konuştuklarımızla, yazdıklarımızla amel edebilmeyi nasip eylesin. Bizi bir an nefsimizle başbaşa bırakmasın. Akleden kalbimizi ilhama açık eylesin. Amin.