19 Kasım 2020 Perşembe

Yürek Yemek

Bunları yazdığıma göre gerçekten yürek yemiş olmalıyım. Fakat başka çarem kalmamıştı sevgili okur çünkü bu kitlesel ve önü alınmaz bir gıybete dönüştü. 

Yıllardan beri birçok hanımefendi bana kitapları çok satan, sosyal ağlarda çok takip edilen Müslüman hanımefendiler ve beyefendiler hakkında ne düşündüğümü soruyor. Onlara "sen ne düşünüyorsun" diyorum. Düşüncelerini anlatırken bir şeye itiraz ettiklerini fark edince konuşmayı oradan sürdürüyorum. O yazarın kişiliğini konuşmakta ısrarcı oluyorsa, bunu konuşmanın kimseye bir faydası olmadığını, hatta çok zararlı olduğunu ifade ediyorum. Şu ana dek bunu anlamayan biri ile karşılaşmadım. Günün sonunda herkes gıybetin haram olduğunu biliyor. Ama işte o ilk çarpma anında gıybetin tatlı gelişini kırmamız gerek. Allah bizi affetsin. 

Müslüman yazarın seçenekleri var. Ya saatlerini, günlerini hatta aylarını vererek yalnızca ilgilisinin kenarda köşede bulacağı bir metin yazar. Ya kitap okuma zevkine erişmiş, metinlere seçici yaklaşanlar için bir metin yazar. Ya da kitap okumaya alışkın olmayanlar için bir metin yazar. sac ayağı gibi hepsi gereklidir. Elbette ki sonuncusu en çok okunur. İstanbul'un farklı semtlerinde sabahtan akşama dolaşarak insanların ne okuduğunu gözlemleyen biri anlar ki çoğu insan kitaplarla, yazıyla, metinle yeni tanıştı. Okumayı öğrenirken yaşadıkları zorbalık ve edebi dilin anlaşılmamasının verdiği sıkıcılık insanları okumaktan ve dil zevki içeren kitaplardan uzaklaştırdı. 

Ben ailem, çevremin sunduğu imkanlar ve fıtratımın eğilimi sayesinde akademik veya dil inceliğine sahip kitaplarla çoğu insandan daha evvel tanışmış biriyim. Bununla gurur duymuyorum. Bu böyle. Bununla övünürsem hücremin tuğlalarının çokluğu ile övünen mahkuma benzerim. Hakikatle ve Müslüman cemaatle arama kitaplardan bir duvar örmekten Allah'a sığınırım.  

Müslüman kimliği ile sosyal medyada olup çokça tanınmak istiyorsanız bunun koşulları vardır. Bunu isterseniz, yaparsınız. Fenomenleri bir iyilik perisi veya bir şer odağı haline getiren bizim bakışımızdır. Sosyal ağ algoritmaları beğeni ve yorumlar üzerinden ilerlemez, bu bir şehir efsanesidir. Sosyal ağlar bir terör örgütünü bile savunsanız sizi içeride tutabilmek için elinden geleni yapar. Asıl olan izlenmedir. Yani sen Şermin'i veya Hatice Kübra'yı takip etmiyorsun ama ne yazmış diye açıp bakıyorsun, geçmiş ola, destekledin onları. Engelleyemediğin güdülerinle neden uğraşıyorsun? Bu kadınlar bize eskiden TV karşısına geçip hep birlikte izlediğimiz ve ertesi gün üzerine konuşacağımız bir mevzu olan günlerde yaşadığımız hissiyatı hatırlatıyorlar. Rahat bırak kadınları.    

Benim tercihimse orta bir yerde durmak. Edebi dergileri okurken zevk alan hanımlara da evvelden edebiyat zevki edinmemiş hanımlara da orta karar bir dil ile yormadan sıkmadan arada sözlüğe baktırarak günlük yazılar yazmak. Rabbim yardımcımız olsun. Niyetlerimizi temizlemeyi nasip eylesin. Amin. 

Okuduğun için teşekkür ederim. 

18 Kasım 2020 Çarşamba

Mutasavvıf & Mistik

Doğdunuz. Aileniz ve çevrenizin arada Allah diye bir zattan bahsediyor. Kuvvetle muhtemel Peygamberimiz isminde birini duyuyorsunuz. Hatta belki biri size otuz iki veya elli dört farz öğretiyor. Veya elinize bir kitap veriyorlar okumanız için. Belki yazın camiye gidiyorsunuz. İslam denen bir şey var. Müslümansınız. 

Doğdunuz. Aileniz gayrimüslim. Bir kitaba veya bir düşünceye inanıyorlar. Her neye inanıyorlarsa onları kendiliğinizden öğreniyorsunuz. Belki size inançlarını aşılıyorlar belki de sizi inancınızda serbest bırakıyorlar. Sonra bir Müslümanla tanışıyorsunuz. İslam inancını duymuştunuz. Kuvvetle muhtemel bir terör eylemi sebebiyle. Ama bu tanıştığınız şahıs teröriste pek de benzemiyor. Yani evet, sakalı, örtüsü ve ten rengi benziyor belki fakat tavırları bir terörist gibi değil. Bir Müslüman çevreye dahil oluyorsunuz yavaş yavaş. Sonra Müslüman olmaya karar veriyorsunuz. İnsanlardan ve kitaplardan dininizi öğreniyorsunuz. Müslümansınız.

Öncelikle fetva seviyesinde bir yaşam sürdürmeyi hedef edinmelisiniz. Farzları öğrenmek oldukça kolaydır. Müslümanlığının farkında olan bir topluluk içinde bir müddet vakit geçiren kişi bir satır kitap dahi okumadan yaşamını fetva seviyesine getirebilir. Bu yüzyıllarca böyle süregelmiştir. Böyle bir topluluğa ulaşamıyorsanız evvela meleklerden oluşan bir topluluk arayıp aramadığınızı kontrol etmelisiniz. İnsanların küçük kusurlarına katlanmaya gönüllü olmanıza rağmen halen bulamıyorsanız bu topluluğu, aramaya devam etmeyi bırakmadan, kitapları kendinize dost edinmelisiniz. Diyanet İşleri Başkanlığı yayınlarından çıkan Halk Kitapları serisi bu anlamda yardımcınız olacaktır. 

Temeli attınız. Farzları, müeekked ve gayri müeeked sünnetleri biliyorsunuz. Üstelik yapıyorsunuz da. Takva seviyesinde bir yaşam sürdürmeyi hedefliyorsunuz. O kitaplardaki dil size yetmemeye başladı. O zaman Kuran Yolu Tefsirini, Erkam Yayınlarından çıkan Riyaz Şerhini, Tahlil Yayınlarından çıkan İsmail Lütfi Çakan'a ait Hadis Şerhlerini tavsiye ederim. Bu eserler Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin metodu ile öğretir: Yaşayarak Öğrenme.

Bu yol, tasavvuf yoludur. Durakları şaşırırsak, mistik oluruz. Allah taksiratımızı affeylesin.

(Sabırla okuduğun için teşekkür ederim. Yazıların sonuna özellikle bunu yazıyorum. Yazıyı üçüncü cümleden sonra okumayıp yorum yapanları böylece ayırd ediyorum. Üçüncü cümleden sonra buraya atlayıp yazıda iddia etmediğim bir sözü savunduğumu iddia edenler de bu son cümleyi okuduktan sonra "dur bakalım ne yazmış şimdi ayıp olmasın" der belki ümidindeyim.)

15 Kasım 2020 Pazar

Fevrî Muteriz

İmam Hatip'i ve İlahiyat'ı örgün okudum. Bu annemin ve babamın eseridir, bana kalsa evde kitap okuyup film izlerdim. Fevri ve muteriz bir çocuktum ki Allah affetsin halen dengeye getiremedim bu iki huyu. Hocalarım bilgi aktarırken çok sıkılır, fikir aktarırken ise hocaların açığını yakalama umuduyla dinlerdim.  Sofi'nin Dünyası, Ahmet Arslan'ın Felsefe'ye girişini, Ahmet Cevizci'nin Felsefe Tarihini okumadan evvel düşünsel boyuta geçmemiştim, sorularım retorikti. Buna rağmen sorularıma makul şekilde yanıtlar veren hocaların dersini iple çektim. Düşünce dünyasından soğumam için binlerce neden varken beni orada tuttular. On yaşında Liseye başladım, yirmi yaşında Fakülteyi bitirdim, yirmi bir yaşında teyzelere hocahanım oldum. Bu çok mu erkendi? Daha geç olsa nasıl biri olurdum? Boş laf! Bu, böyle.

Hocalarım o küçük çocuğa şunu öğretti. Sana öğrenmen gereken şeyleri öğretmedik. Öğrenmen gereken milyonlarca şey var. Şimdi buradan o milyonlarca şeyi nerede bulabileceğini bilerek ayrılıyorsun. Ya akademide kalıp bir bilim dalının herhangi bir biriminde uzmanlaşacaksın. Ya da o uzmanların kitaplarını okuyarak bunu soranlara anlatacaksın. Bir akademisyenin günde en az 15 saat tek bir alanda çalıştığına şahitliğim ve aceleci fıtratım beni akademiden uzaklaştırdı. Çok şeyi yüz bir seviyesinde bilen biri olmayı sevdim, seviyorum. Özel ilgi alanım ise fetvaların nasıl verildiği. Onun en ulaşılabilir kaynağı da el'an DİB yayınlarından çıkan Fetvalar, Güncel Fetvalar, Aile ile ilgili Fetvalar, İnanç Sorularına Cevaplar gibi eserler. Fakat bunlar da yüz bir seviyesinde. O konuda daha da ilerlemek istediğimde elan Türkçe'de de mevcut Vehbezzuhaylı Fıkıh Ansiklopedisine başvururum. Orada geçen terimlerden anlamadığım olursa İslam Ansiklopedisinden okurum. Hatta komik gelecek belki size ama ben Ansiklopedi okumaya bayılırım. Çocukken kütüphanedeki tüm kitaplar bitince Temel Britanicca ve Büyük Larousse'yi okumuştum. Daha kimse bana Evrim Teorisinden bahsetmemişken bunun sadece Darwin'in eseri olmadığını, Wallace'ın da aynı tarihlerde benzer fikirlere ulaştığını, bilimin yorumdan âri kılınmasının mümkün olmadığını, bilim insanlarının ellerindeki veriyi yorumlarken kendi benliklerinden kopup başka bir uzay zamanda ellerindeki bilgileri yorumlamadıklarını o zaman anladım daha. 


Rabbim. Faydasız ilimden, ürpermeyen kalpten, yaşarmayan gözden sana sığınırım. Amin. 

11 Kasım 2020 Çarşamba

Hakikat ve Yorum





Benim hakikatim Kuran ve onun açıklayıcısı Sünnet'tir. Yalan söylememek, faiz yememek, insanlığa zulmetmemek, ibadetlerini edeplice yapmak, günlük hal ve hareketlerinde Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin ahlakını taklit etmek gibi birkaç beyaz kağıdı dolduracak temel umdeleri bilirim. Bunlar bana bütüncül olmasa da genel bir bakış açısı sunar. 

Peki bu akışkan hayatta binlerce mesele ile karşılaşan bu Kuran ve Sünnet talebesi ne yapacak? Hayatını sürdürebilmek için mecbur olduğu eylemlerin tümünü terk eyleyip kitapların başına mı çekilecek? İnsanlığın ve İslam'ın tüm mirasına vasi olmak gibi büyük hayallere mi kapılacak? Ayrıntılara gizlenen şeytanın bacağını nasıl kıracak? Kur'an ve Sünnetin tümüne hakim olması anakronik açıdan mümkün olmayan bu gariban nerelere gidecek? İnsanlığın ortaya koyduğu müspet ve beşeri ilimlerin,  felsefe, bilim ve sanat üretimlerinin belki binde birine bile hakim olmayan bu aciz kul neyi nasıl yorumlayacak? 

Şeytanın beni içine çektiği bu girdaptan bir el çekip çıkardı beni. Bilmenin yanıbaşına hikmeti koyan bu bakış açısı kalbime sular serpti ve günümü aydınlattı. Ben "her şeyi" bilemezdim. Fakat dosdoğru yaşama gayesinde olursam bilmediklerim de bana öğretilirdi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin ashabı Kuran ve Sünnetin bağlamını nasıl aktarıyorsa alırdık çünkü bu Kur'an ile sabitti. Sonra Mezheb alimlerimiz geliyordu peşlerinden ki yüzbinlerce Müslüman hikmetle, binlerce alimimiz ise akılla bu isimlerin kitaplarını söylemlerini kontrol etmişlerdi. Sonra her devirde hafız, hadis hafızı, fıkıh literatürüne hakim yüzlerce alim geldi. Bugün de içimizdeler. Kiminin sesini on kişi duyuyor, kiminin milyonlar. Ama varlar, içimizdeler. İnsanlığın felsefe, bilim ve sanat mirasına hakim olanlarla istişare halindeler. Hangisinin adı yüzyıllar sonraya kalacak bilemiyoruz. Fakat içimizde olduklarını bilmek, yazdıklarını okumak beni ana rahmindeki gibi sınırlı ve güvende hissettiriyor. 

Rabbimiz. Ömrünü, sağlığını, akleden kalbini ümmete adamış alimlerimizi koru. Onları görünmeyen ordularınla destekle. Amin.

9 Kasım 2020 Pazartesi

Kadim Yaralar

Öyle çok yaram vardı ki senin yaralarını göremiyordum. Bir yaramı sardım bir yaranı gördüm. Bir sardım, bir gördüm.


Yaralarımın kaynağının ailem ve çevrem olduğunu düşünüyordum. Gözüm dışarıyı akleden kalbim içeriyi görmek üzere yaratılmıştı. Göze doyduktan sonra akleden kalbe tutuldum. Merceği içime döndürünce orada kadim yaralar gördüm. Cennetten indirilişe sebep ilk günah, ilk kardeş katli, tufana sebep tanrılaşma süreci, Rasullerin ve nebilerin kendi yöre halklarınca hakir görülüşü, salih kimseler ölünce hakikatin de öleceğini zannedip putlarının dikilmesi, şehrin öte yanından koşarak gelen o adamın şehadeti, Zekeriyya aleyhisselam efendimizin mübarek vücudunun çektiği çile, İsa Kelimullah efendimizin havarisinin ihaneti, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin mübarek vücudunun aldığı yaralar...

"Her şey ben yaşarken oldu". Atomlarım bir yerlerde idi o zamanlar. Katı gibi görünen fakat esasında bir atom yığınından ibaret bedenim bu kadim yaralarla mecruh. Beni büyüten, olgunlaştıran, sağaltan, tezkiye eden yaralar. Dünyayı sevmeme engel teşkil etmeyen fakat içimdeki gurbetlik hissini de sıcacık tutan... Bir yaranın kapanması için onu evvela görmem gerekir. Görüp düşünürüm üzerine. Sonra ona tuz basarım ki mikrop kapmasın ki gözyaşım tuzludur.

Ey rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz, bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz!Amin.

Kimlik İnşası

 Evimizde sadece TV izlemek için kullandığımız bir ekran yok. Televizyonda veya video barındırma sitelerinde yayınlanan nitelikli bulduğumuz izlenceleri masaüstü bilgisayar veya akıllı cihazlar aracılığıyla takip ederiz. Mobil telefon şirketinin Akıllı TV uygulamasını kullanarak masaüstü bilgisayarımıza indirdiğimiz uygulama sayesinde (TİVİBU) TV kanallarında yayınlananları ve mahzurlu sahne barındırmayan filmleri HD(1080p) kalitede, reklamsız ve istediğimiz saatte izleyebiliyoruz. Bu uygulamada olmayan filmleri ise Google Play Filmler aracılığıyla izliyoruz. Bir filmin yorumlarından mahzurlu sahneler olduğunu okumama gerek yok. Zaten sahneler geliyorum diye bağırır. Alimlerimizin bu konuda yazdıklarından anladığım kadarı ile bir erkek ve bir kadın yalnız kaldıklarında onları izleyemem. Harama giden yol gülüşmelerini izlemekle başlar. Yüce Rabbimizin gönderdiği bu son ve mükemmel din haramları söyleyip geri çekilmez, insan fıtratına uygun biçimde harama giden yolları kapatır.

Bazen ana akım televizyon kanallarını açar kanallar arasında zıplarım. Çünkü bu zamanın ruhunun tüm insanlığı etkilediğini ve zihnimin iradem dışında bunlardan bir şekilde etkilendiğini bilirim. Bir meleğin kanadında inen imtihanlar silsilesi...

Bugünün sorunlarını en pürüzsüz haliyle görebildiğim yer televizyon kanalları. Çünkü televizyon, insanı kendi olmaktan uzaklaştıran bir şey olmaktan öte insanın örttüklerini ortaya çıkaran bir yer. Halbuki sosyal medya öyle mi? Kendime dışarıdan bakarak düzenlenmiş, tozları alınmış, pürüzleri giderilmiş bir kimlik inşa ediyorum burada. Bu, kötü bir şey değil, iyi de değil. Bu mevcut bir şey. Önceden de mevcuttu. Lisede bir milyoncudan aldığım lacivert renkli kemik gözlükle, kot pardesü ve elimdeki hacimli felsefe kitaplarıyla da bir kimlik inşa ediyordum. Ne demişler, biraz wisdom biraz reason. Kimlik inşa etmem bir sorun değil. O kimliğin içini dolduramamam sorun.

Allah'ım! Bana öğrettiğin ilim ile beni faydalı kıl. Bana fayda verecek ilmi nasip et ve ilmimi arttır. Her hal üzere Allah'a hamdolsun. Cehennem ehlinin hâlinden Allah'a sığınırım. Amin.

Zürafa

Vakit öldürücü ile zürafanın öyküsünü yazdım

Cins Dergi Kasım sayısında.

Görsel Yasin Yaman'a ait. 

Misafirlik Edebi

Allah'a teslim olunca sıra iman etmeye gelir. Öyle hallerden geceriz, öyle hadiselerle karşılaşırız ki bu teslimiyet ve güven ilişkisi her dakika tazelenebilir.

Tam o noktada nefs ve vesvese vericilere teslim olduğumda fısıldar bir uhrevi ses. Hakikaten de bunları yapmak zorunda mısın? Bedenini sonsuz istekler ve bitimsiz akıl yürütmeler arasında salınan kapalı bir daireye hapsetmek, kendini çıkmaz sokaklarda akleden kalpsiz bırakmak zorunda mısın? Zorunda mıyım sahiden?

İçinde yaşadığımız gerçekliği de hep birlikte tutunduğumuz hurafelerimizi de ölesiye seviyorum. Zaten öldükten sonra dünya pek de umurumda olmayacak. Tüm bunlara rağmen o fidanı dikmeli, o atomu çarpıştırmalı, o aşıyı bulmalıyım. Bütün varlıkların ana vatanı insanlığınsa misafir olduğu bu Dünya'ya elbette iyi davranacağım. İnsan misafirlikte evindekinden daha edeplidir.

Tüm peygamberlerin davalarını açıklar açıklamaz bazılarınca horlandığı bir düzen bu. Birilerinin beni horlaması benim sorumluluk alanımda değil. 

Rabbimiz. Unutur veya yanılırsak bizi sorumlu tutma. Bizden öncekilere yüklediğin ağır sorumlulukları bize yükleme. Âmîn

Rakik Kalp

Kalbimi çabucak kırılmasına izin verecek kadar inceltmek şüphesiz benim tercihim. Onu akleden kalbe dönüştürmeye niyet etmek de. Bir sıkıntının çarptığı ilk anda nefsimin "dayanamıyorum" bağırtılarını dinlemek de benim tercihim, aynı anda fısır fısır konuşan akleden kalbimin "a ah, dayanabiliyorum" deyişine kulak vermek de.

Sonsuz gibi görünen bu oluş ve bozuluş aleminin sonlu olduğunu günde beş sefer, yetmiş sefer hatırlamak için yediklerim, içtiklerim ve gördüklerimi temizlemeye niyet etmek de önümdeki tercihlerden biri.

Ya niyetlerim hâlis değilse?'Elimde bir münafık listesi veya Huzeyfetül Yemânî'nin adresi de olmadığına göre o hadiste geçen alametleri kendimde aramalıyım. Sözümde duruyor muyum, emanette emin miyim, konuştugumda doğru sözlü müyüm, herhangi bir konuyu tartışırken ileri gidiyor muyum? Her gün, her an yeni bir lütuf olarak önümde duruyor. Geçmişe tastamam bir Tevbe, geleceğe tastamam bir niyet nasip eyle Rabbimiz.

Sâfî Nefis

Çocukken sâfi nefisten ibarettim. Nefsim varoluşu itibariyle iyi veya kötü değildi. İleride irademi hayra veya şerre yönlendirmek üzere bedenimin büyüyüşünü bekledi nefsim. Akli melekelerim geliştikçe yavaş yavaş nefsimden ötesini düşünmeye başladım.

Nefsimin ilgisini çekenler çocukken beni meraklı bir tomurcuk gibi gösteriyordu. Büyüyünce o tomurcuk herhangi bir yere gitmedi, önüne gelen her şeyi merak etmekten de vazgeçmedi. Anladım ki tomurcuğa "burası senin sınırın, burada dur" demezsem, canavarlaşır. "Şu an ne yapıyor Ayda acaba, iyileşti mi" der mesela. Bu güzel. Bu dua etmeye vesile. Ama orada durmaz. Sırf kendini rahatlatmak için hiç ihtiyacı olmayan bir bilgiyi bulur ve edinir. Fırsatını bulsa annesi ölmüş çocukların yanına kameralarla girer, nasılsın diyerek onları kucaklayıp kameralara poz verir. Bu bilgi onu biraz idare eder. Sonra tekrar kendine ve insanlığa doğrudan bir hayrı olmayan işlerin peşine koşar.

Bu senin sınırların Merveciğim, bu ay tarih ve medeniyet hadisleri, tecvid tekrarı, falan filmlerin taranması, temel fizik tekrarı, arapça 3 tekrarı, ilkçağ felsefesi tekrarı, falan başlıklarda şu kadar deneme hazırlığı yapacaksın. Bu sınırlar o kadar geniş ki. Gez dolaş gönlünce. Hepsi bitmeyecek, bu mümkün değil. Zaten bitmesi gerekli de değil. Ay sonunda bir daha sor kendine. Neredeyim, sadece bilgi mi ediniyorum yoksa cümle kurabiliyor muyum? Bakarsın bunlara.

Rabbim. Fayda vermeyen bilgiden sana sığınırım. Amin.

Şifa Ayetleri

Kur'an'ın her bir ayetinin şifa olduğuna iman ediyoruz. Şifa denince aklımıza ilkin aç veya tok karnına günde filan kez içtiğimiz ilaçlar, sağlıklı beslenmek, ölçülü hareket etmek ve yeterince dinlenmek gelebilir. Fakat Kur'an'ın şifası fiziki boyutların ötesinde bir şifadır. Eğer hastalıklarımızın kaynağı gözlemlenebilir, ölçülebilir, değerlendirilebilir bir şey ise, Kur'an buna sadece okumakla şifa olamaz. İçinde yüzlerce geçen, akletmiyor musunuz, düşünmüyor musunuz, anlamıyor musunuz, idrak etmiyor musunuz ayeti ile şifadır Kur'an. Manevi hallerimize onu yüzünden veya ezbere okumakla, maddi hallerimize ise onu idrak edip uygulamakla şifa buluruz. İşi ehline ver, yalan söyleme, faiz yeme, gıybet etme, kardeşine hased etme diyor Kur'anımız. Biz bu ayetleri tekrar tekrar söyleyip boğazımızdan aşağı indirmezsek Kur'an bize nasıl şifa olabilir?


Rabbimiz bize Kur'an'daki emirleri uygulamadan, sadece defalarca okumakla şifa vereceğini vadetmedi. Bazen sıkıntı bazen ferahlık dolu bir hayatta Rabbimizin sözlerini rehber edinerek yaşayacağımıza söz verip geldik. O bizi muhatab alarak "Rabbiniz değil miyim" dedi. Onun yüceliği karşısında "Rabbimizsin" dedik. Öylece geldik. Şimdi başımıza gelen türlü sıkıntılarda "dua ediyorum ama geçmiyor" dersem kime benzerim biliyor musun? Asimetrik oyuncaklarını üst üste koymakta ısrar eden, neden durmuyor" diye ağlayan, "ne oldu kuzum" diyen annesine ""bu oyuncaklar üstüste neden durmuyor" diye kızan bir çocuğa. Annesi nasıl merhametle kucaklarsa o çocuğu, Rabbimiz de her hatamızdan sonra merhametle kucakladı bizi. Tevbe edebilmek için yeni bir nefes verdi. 

Derin bir nefes alıp tevbe edebilmeyi, Kuran'ı tümüyle yaşayabilmek için niyet edebilmeyi, minik adımlarla ilerleyip son nefeste imanla gidebilmeyi nasip eyle yâ Rabbî.   

Bâki Dönüşüm

Günlük hayatımı kolaylaştıran maddi rahatlıklardan bazılarını beni eblehleştirdiklerini düşünerek terk ettim. Bu terk edişler öyle çoğaldı ki dünyamı kendi elimle kendime dar etmeye başladım, uçurumun kenarına geldim. Anladım ki, belli bir anda, kendine bir konfor alanı kümesi belirleyerek "bundan gayri bu kümenin dışında yaşayacağım" demek de bir konfor.

Bundan dokuz yıl evvel ailecek bir yola çıktık. Allah ömür verdikçe iki ila dört yılda bir şehir değiştireceğimiz bir yoldu bu. O günden bu yana bir Selçuklu, bir Osmanlı, bir Artuklu kentinde yaşadık. Döndük bir Osmanlı kazasına yerleştik yine. Yolun başında bu gidişlerin, bu başlangıçların haz etmediğim huylarımdan vazgeçmek ve günlük hayatımı kolaylaştıran maddi rahatlıklardan bazılarını terk edebilmek için eşsiz bir fırsat olduğunu düşünmüştüm. İç organlarımı, iskeletimi ve kaslarımı çevreleyen derim ile etrafımı saran hava tabakası arasında keskin bir ayrım olduğunu düşünüyor, değişimin herhangi bir an başlatılabilecek veya bitirilebilecek bir olgu olduğunu varsayıyordum. Oysa ben her an yaratılan trilyonlarca atomumla varlık sahnesindeki sonsuz eksi bir atom yığınının sadece bir parçasıydım. Bu yığın, çok şükür ki biz görmeden, her an bir oluş ve bozuluş içindeydi. Bir peri kızı olmasam da şu an etrafımda bir atom halesi ile dolaşıyor, çekim alanımdan çıkan atomları bırakıyor, çekim alanıma giren atomları tutuyorum. Hayatımda herhangi bir şeyi değiştirmek için başka bir şehre taşınmayı, pazartesiyi veya bir mürşidin dizinin dibine oturacağım günü beklemek ne garipmiş. 

Rasulullah sallallau aleyhi ve sellemin "nerede olursanız olun, salavatlarınız bana ulaşır" dediğine iman etmiş biri için bu atom alışverişi için pek de hayret verici değil. Diyelim aşk ile Allahümmesallialaseyyidinamuhammed 

5 Kasım 2020 Perşembe

Enkaz altında kalan canları kim öldürdü?

"Elif'imizi, Ayda'mızı, enkaz altından kurtaran Allah" dedim içimden. Bu cümleleri her afetten sonra kurarım. Bazı insanların aymazlığından, eksikliğinden sünnetullah çerçevesinde kaçabilen nasiplileri Allah'ın kurtardığını düşünür nefsimi rahatlatırım. Birilerinin çürük raporu olan binaları allayıp pullayıp satabilme/kiraya verebilme derekesine ineceğine inanmak istemem. Çünkü bu sorumsuzlarla baş edebilmek için daha çok çalışmak nefsimin hoşuna gitmez. Sorunu devlet gibi sınırlarının nerede başlayıp nerede bittiğini bilmediğim bir organa yıkarım hemen. Hey, Merve, devlet sensin. Nasılsak öyle yönetilirsin.

Sünnetullah nedir? O Allahın kainat üzerindeki kurallarıdır. "Allah istemese o bebekler ölmezdi" cümlesi mantıken hatalıdır. Allah tüm zamanların üzerindedir. Olacak olan her şeye aynı anda hâkimdir O.  Biz zamanla sınırlı olduğumuzdan olayları belirli bir akış halinde görürüz. Bir akıllı cihazda meşhur tren yolunda koşu oyunu oynadığınızı düşünelim. Karakterin hangi yollardan geçeceği, karşısına hangi saniyede ne çıkacağı hem bellidir hem değildir. Oyunu oynayan kişinin tercihleri ile değişen ve ne olursa olsun değişmeyen şeyler vardır. 

Başımıza gelen iyilikler Allah'tan, başımıza gelen sıkıntılar sünnetullaha göre hareket edememekten. Rabbimiz, senin tabiat kanunlarını iyice kavrayabilmeyi, böylece ömrümüzü tamamlayabilmeyi nasip eyle. Amin.     

Şifa Ayetleri

Kur'an'ın her bir ayetinin şifa olduğuna iman ediyoruz. Şifa denince aklımıza ilkin aç veya tok karnına günde filan kez içtiğimiz ilaçlar, sağlıklı beslenmek, ölçülü hareket etmek ve yeterince dinlenmek gelebilir. Fakat Kur'an'ın şifası fiziki boyutların ötesinde bir şifadır. Eğer hastalıklarımızın kaynağı gözlemlenebilir, ölçülebilir, değerlendirilebilir bir şey ise, Kur'an buna sadece okumakla şifa olamaz. İçinde yüzlerce geçen, akletmiyor musunuz, düşünmüyor musunuz, anlamıyor musunuz, idrak etmiyor musunuz ayeti ile şifadır Kur'an. Manevi hallerimize onu yüzünden veya ezbere okumakla, maddi hallerimize ise onu idrak edip uygulamakla şifa buluruz. İşi ehline ver, yalan söyleme, faiz yeme, gıybet etme, kardeşine hased etme diyor Kur'anımız. Biz bu ayetleri tekrar tekrar söyleyip boğazımızdan aşağı indirmezsek Kur'an bize nasıl şifa olabilir?

Rabbimiz bize Kur'an'daki emirleri uygulamadan, sadece defalarca okumakla şifa vereceğini vadetmedi. Bazen sıkıntı bazen ferahlık dolu bir hayatta Rabbimizin sözlerini rehber edinerek yaşayacağımıza söz verip geldik. O bizi muhatab alarak "Rabbiniz değil miyim" dedi. Onun yüceliği karşısında "Rabbimizsin" dedik. Öylece geldik. Şimdi başımıza gelen türlü sıkıntılarda "dua ediyorum ama geçmiyor" dersem kime benzerim biliyor musun? Asimetrik oyuncaklarını üst üste koymakta ısrar eden, neden durmuyor" diye ağlayan, "ne oldu kuzum" diyen annesine ""bu oyuncaklar üstüste neden durmuyor" diye kızan bir çocuğa. Annesi nasıl merhametle kucaklarsa o çocuğu, Rabbimiz de her hatamızdan sonra merhametle kucakladı bizi. Tevbe edebilmek için yeni bir nefes verdi. 

Derin bir nefes alıp tevbe edebilmeyi, Kuran'ı tümüyle yaşayabilmek için niyet edebilmeyi, minik adımlarla ilerleyip son nefeste imanla gidebilmeyi nasip eyle yâ Rabbî.

1 Kasım 2020 Pazar

Mizaha Sabır

Çilimli, Sonbahar 2020

Bize sabretmeyi Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem öğretti. O’nun anlattığı sabır bir şeye dişini sıkmak veya birine katlanmak değildi. O,  Sebeplerin hepsini sebeplendiren Rabbimize dayanmamızı, O’na güvenmemizi, elimizden geleni yaptıktan sonra durum veya kişilere dayanma gücünü artırabilmemizi tavsiye ediyordu.

Çocukken düşüp dizimi yaraladığımda o an etrafımdaki arkadaşlarım gülerse ve biri çıkıp onları susturmazsa buna ağlardım, ağlamamayı öğrenince sabrettim sandım. Gençken arkadaşlarım dalga geçtiğinde buna gülerdim, bunu sabretmek sanıyordum. Yetişkinliğimde biri benimle alay ettiğinde ona “Anlayamadım, ne demek istediniz?” demeyi öğrendim. Şimdi sabrın anlam haritası biraz daha genişledi benim için. Eğer uzun bir konuşma sürdürme niyetinde ise muhâtabım, konuşmak isterim. Yok değilse, muhatabımın bana sunduğu kelime, mimik, jest gibi verilerinden beni ikna etmeye çalıştığı sonucunu çıkardıysam konuşmayı sürdürmek istemem. Çünkü bir tarafın diğer tarafı veya iki tarafın birbirini bir şeye ikna etme amacıyla sürdürdüğü bir konuşma öyle veya böyle şiddet doğurur. Bunları aklı başında insanlardan öğrendim. Onlarla dalga geçtiğimde beni anlamaya çalıştılar. Onları ikna etmeye çalıştığımda konuşmayı sürdürmediler.

Bununla birlikte, perdenin arkasında veya önünde, halleri hicvederek yapılan ustalıklı mizahı severdim. Fakat bu mizah da bâtıl işleri gereğinden fazla ayrıntılandırıyor ve zihnimin sâfi kısımlarını bulandırıyordu.  Kendi cahilliğime gülüp harekete geçmemle, kendimce eylediğim hayırlı amelleri küçümseyerek bu amellerden vazgeçmem arasında çok ince bir çizgi olduğunu farkettim. Mizahın veya dramın sonuç olarak zihnimde uyandırdığı şey hep kıyas oluyordu. Bunu bir kez böyle kodladığım için de vazgeçmekte çok zorlanıyorum. Fakat az da olsa anlıyorum artık. Biri doğrudan veya ekran üzerinden mizah yaptığında bunun yalnızca bir nefes alma alanı olduğunu, daha ötesine geçmemesi gerektiğini hatırlatıyorum kendime. Yılan zehri gibi, şu miktarı ilaç, şu kadarı zehir.

Rabbim bizleri imanda sabit eylesin. Dünyaya çok dalmaktan, tefekkürü terk etmekten, ölümü unutmaktan, çok gülmekten sana sığınırız Rabbim, âmin. 

 

Hadislerle İslam, DİB

Bilimilerin Vicdanı: Psikiyatri, Dr. Erol Göka

Başı Sınuklar İçin Kılavuz, Dr. Kemal Sayar

Cimri, Moliere

Şeytan Olmasaydı Ne Olurdu?

Hasankeyf, Kasım 2018


Rabbimiz Adem aleyhisselamı yarattı ve onu bir müddet o halde bıraktı. Şeytan, bu yeni varlığı etrafında dönerek dikkatle inceleyince bir midesi olduğunu fark etti. İştah sahibi olduğu için nefsine hakim olamayacağını anlayınca "ben yenerim bunu" dedi. Daha secde emri gelmeden kararını vermişti hain. Biz buna iman ediyoruz.
Peki şeytan olmasaydı ne olurdu? Bu ve bunun gibi yaratılışla ilgili soruların hepsi kendi içinde tutarsız. Çünkü insanın iki bilgi kaynağı vardır. Biri vahiy biri akıl. Akıl bize sünnetullah çerçevesinde edinebileceğimiz bilgileri verir. Şöyle olunca ateş yanar, şöyle olunca yanmaz. Bu Rabbimizin bizim için kurduğu düzendir. Bu kurallara hayranım. Ama mağaranın içinde, turna kuşu kuklasının gölgesini gerçek sanan biri gibi olduğumu da biliyorum. Nasip olur da cennete gidersem, yaradılışın ince ayrıntılarını görme şerefine erersem kuklaların gölgelerini gördüğümü anlayacağımı da biliyorum vahyi bilgi ile. İki kanadım var. Biri akıl biri vahiy. Birini kırarsam uçamam. 
Rabbimizi kendimiz gibi zaman ve mekanla mukayyet sandığımız için soruyoruz bunları. Onun kurduğu düzende bir "şey" olmadığında hadiselerin farklı olacağını zannediyoruz. Rabbimiz ezel ve ebedi bilir. O zamanla sınırlı değildir. Bir şey onun için önce veya sonra değildir. Her şey, her zaman ve her mekan aynı anda O'nundur. Biz üç boyutlu bir oyunun içindeymişiz gibi hayatımızın saniyelerini birbiri ardınca görüyoruz. Halbuki Rabbimiz zamandan münezzehtir. Boşuna mı öldürdü batılı insan kardeşlerimiz eksikli Tanrı fikrini? Kullarını acı çekmek için Dünyaya yollamış bir Tanrı fikrini elbette öldürsünler. O putu kırıp İslam'la şereflenirler inşallah.    
O bir şeyi isterse herkes istemese de sonuç değişmez. O bir şeyi istemezse herkes istese de sonuç değişmez. Kula hürce irade edeceği bir alan vermiş ve bu alandaki kanunları değiştirmemiştir. "Ya sonradan canı değiştirmek isterse" sorusu Allah'ı kendimiz gibi zamanla kayıtlı sanmamızdandır. O evveldir, O ahirdir. Her şey O'nun emrindedir. Diyelim aşk ile, Hû Allah, La İlahe İllallah, Onlara Karşı Yeter Sana Allah, En Büyük Allah!
Kaynak
Hadislerle İslam DİB
Platon Devlet
Nietzsche Böyle Buyurdu Zerdüşt