Bundan dokuz yıl evvel ailecek bir yola çıktık. Allah ömür verdikçe iki ila dört yılda bir şehir değiştireceğimiz bir yoldu bu. O günden bu yana bir Selçuklu, bir Osmanlı, bir Artuklu kentinde yaşadık. Döndük bir Osmanlı kazasına yerleştik yine. Yolun başında bu gidişlerin, bu başlangıçların haz etmediğim huylarımdan vazgeçmek ve günlük hayatımı kolaylaştıran maddi rahatlıklardan bazılarını terk edebilmek için eşsiz bir fırsat olduğunu düşünmüştüm. İç organlarımı, iskeletimi ve kaslarımı çevreleyen derim ile etrafımı saran hava tabakası arasında keskin bir ayrım olduğunu düşünüyor, değişimin herhangi bir an başlatılabilecek veya bitirilebilecek bir olgu olduğunu varsayıyordum. Oysa ben her an yaratılan trilyonlarca atomumla varlık sahnesindeki sonsuz eksi bir atom yığınının sadece bir parçasıydım. Bu yığın, çok şükür ki biz görmeden, her an bir oluş ve bozuluş içindeydi. Bir peri kızı olmasam da şu an etrafımda bir atom halesi ile dolaşıyor, çekim alanımdan çıkan atomları bırakıyor, çekim alanıma giren atomları tutuyorum. Hayatımda herhangi bir şeyi değiştirmek için başka bir şehre taşınmayı, pazartesiyi veya bir mürşidin dizinin dibine oturacağım günü beklemek ne garipmiş.
Rasulullah sallallau aleyhi ve sellemin "nerede olursanız olun, salavatlarınız bana ulaşır" dediğine iman etmiş biri için bu atom alışverişi için pek de hayret verici değil. Diyelim aşk ile Allahümmesallialaseyyidinamuhammed
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder